Düşüncelerimin duvarları arasında hapsoldum, ne kadar hızlı koşarsam o kadar sıkışıp kalıyorum bu dört duvarlı yalnız odada. Oda dediğime de bakmayın, normal bir insan burada bir saatini bile geçiremez: Duvarlar kirlenmiş, kağıtlar dağılmış, yatacak veyahut oturacak bir yer bile yok. Ayakta dikiliyorum öylece koca odanın tam ortasında. Çıplak ayaklarımın bastığı zeminin soğukluğu beni üşütmüyor artık. Derin bir nefes alıyorum bir kez daha ama sanki aldığım nefes bana yetmiyor gibi bir his…Daha fazlasını içime çekecek gücü de kendimde bulamıyorum bir türlü.
Soğuk kanım kalbimden pompalanıp damarlarımdan akıyor, hissediyorum. Donuk bir ifadeyle karşıdaki duvara bakıyorum, duvarlara yazılmış karalamayı anlamaya çalışıyorum. Doğru veya yanlışlığından şüphe ettiğim birkaç sözcük çarpıyor gözüme.
“Nefes al.”
“Karanlık.”
“Korku.”
“Yardım.”
Gözümü kısarak baksam da diğer yazılanları anlamıyorum. Ellerime bakıyorum bu sefer, bana aitmiş gibi hissettirmiyor ellerim. Sanki başka birine aitler de, şu an emaneten bende duruyorlarmış gibi bir his… Ellerim, saçlarım, ayaklarım ve düşüncelerim… Hepsi birer birer ayrılmak istiyor bu odadan tıpkı uzun zaman önce beni terk eden mantığım gibi.
Titrek bir nefes veriyorum havaya doğru. Duyduğum ritmik sesler kalp atışını andırıyor. Elimi kalbime götürüyorum, fazlasıyla hızlı… Ama beni heyecanlandıran veya üzen bir duygu yok içimde. Korkunun soğukluğu akıyor damarlarımda, oradan da tüm vücuduma… Kanımı ısıtan tüm duygularımı bilmediğim bir zaman dilimi içinde kaybettim ama buradayım. Dikiliyorum odada, yalnızım. Dışarıdan gelen adım sesleri odada yankılanıyor.
“Geliyorlar.”
”Benim için geliyorlar.”
”Burda olmamalıyım.”
Odada girmek için ne bir kapı var ne de bir pencere. Ne zaman geldim buraya, kim getirdi beni buraya? Şu an aklınızdan geçen sorular bunlar olmalı. Ama, hayır…
“Geliyorlar.”
Kendimi güvende tutmaya çalıştığım bu odada bana ayrılan alan gittikçe daralıyor, duvarlar üzerime geliyor. Ezileceğim sanırım. Hayır, geliyorlar… Kimin geldiğini veya amacının ne olduğunu bilmiyorum. Tek bildiğim benim için buradalar. Ne yapacaklar bana? Titreyen bacaklarım daha fazla vücudumu taşıyamıyor, yere yığılıveriyorum. Bacaklarımı kendime çekerek duvara yaslanıyorum. Zaten şu dünyada arkamı güvenle dönebileceğim kim ve ne var ki?
Ben ve düşüncelerim…
Yelkovan akrebin oynadığı çocuk oyunu kısa bir süre için durdu. Nerden geldiğini bilmediğim bir cesaret -belki korku cesaretimi yaratmıştır- bağırabildiğim kadar bağırıp ayağa fırladım. Üzerime gelen duvarları tüm ve son gücümle itttim. Yere düşsem de kalkıp beni ezip geçmelerine izin vermedim. Sinirle duvardaki siyah yazılara vurdum, yerdeki dağınık halde duran kağıtları daha da dağıttım gelişigüzel bir tekme savurarak. Hayır, hayır… Kaçacağım! Kapı nerede? Odada hızla dönmeye başladım. “Bir çıkış yolu olmak zorunda, sonsuza kadar burda kalamam!” Etrafıma baktım, duvarlar daha hızlı bir şekilde üzerime geliyordu. Olduğum yere çömeldim ve bu sefer yere uzandım. Pes etmişlik vardı üzerimde. Daha deminki korkak kız çocuğundan eser kalmamıştı veya az önce duvarları yumruklayan kişi ben değildim sanki. Mızmız çocuk yelkovan yine akrebin arkasından koşmaya başlamıştı fakat bu sefer ne adım sesi vardı, ne de başka bir şey… Tüm dünya benimle birlikte ‘tıp’ oynuyordu sanki, sessizlik kara bir bulut gibi üzerime çökmüştü.
Gözlerimi kapatıyorum. “Söyleyin bana! Bu yardım çığlığını sadece ben mi duyuyorum?!”
“Hayır…”
Kadife ses kulaklarımı gıdıklıyor. Gözlerimi kapattığımda gördüğüm şey zifiri karanlık değil artık. Aksine bir güneş ışığı görüyorum zihnimde. O kadar güvende hissettiriyor ki beni… Zihnimde yarattığım bir hayal mi bilmiyorum ama iyi hissettiğim bir gerçek. Zihnimde kurduğum bir şey olmasına rağmen yaşlarla ıslattığım yanağımda sıcaklığını hissediyorum güneş ışığının. Sanki gözümü açarsam tüm büyü bozulacakmış gibi hissettiğimden gözlerimi sıkıca kapamaya devam ediyorum. Bu sefer ellerimin üzerinde benimkinden daha soğuk eller hissediyorum. Sanırım artık yüzleşme vakti geldi.
Gördüğüm şeyi tam idrak edemiyorum. Gözümü alan ışığı yüzünden olsa gerek. Ben bir şey istemeden veya sormadan ellerimi kavrıyor. “Artık bu odadan ayrılma vakti.” diye fısıldıyor. Elimi kavrayıp duvara doğru hızlıca koşuyor, beni de peşinden sürüklüyor. Duvara çarpacağımı düşündüğüm için korkuyla gözlerimi kapatıyorum, ama hayır! Öyle olmuyor! Odadan kurtuluyorum! Hep yeni şeyleri denemekten korktuğumdan hapsetmişim kendimi buraya. Dışarı çıkıyoruz artık ayaklarımın altında hissettiğim zemin soğuk değil, çimin yeşilini hissediyorum. Aynı kalbimde hissettiğim sıcak sevgi gibi…