İnsanoğlunun yaratılışından itibaren evren tarafından verilen kendini özgür bir şekilde düşünüp, anlatmasını sağlayan konuşma hakkı maalesef adaletsizliğin, yoksulluğun, açlığın ve ölümlerin arttığı bu dünya da çokta dikkate alınmıyor. Bu haklar önemsense bile insanlar kendi hissettiklerini, düşündüklerini dile getirirken kendileri olamıyorlar, kalıptan kalıba giriyorlar.
Yaşanılan, hayat mücadelesi verilen bu hayatın barışçıl, adaletli, demokratik ve hür olduğu zannedilen bu dünya da hayata devam ederken aslında gözlerinizin ucunda olanları görmediğiniz için rafa kaldıran suskunluklarınızla beraber büyük bir girdap misaline yakalanırsınız. Düşündüklerinizi, hissettiklerinizi özgürce ifade edememekten dolayı ortaya çıkan bir korku girdabıdır. İnsanların anlaması gereken ve ortada korkulacak bir şeyin olmadığını kavratabilmek için kişiler kendilerini aynada gördükleri yansımalarıyla ifade etmeli ve cesur olup özgürce istedikleri konuyu konuşmalılar.
Bana göre insanların kendi düşündüklerini dile getirme yolunda takdir edilmek onlara çok güçlü güven aşılar. Çünkü rencide edilme korkusuna sahip oldukları için takdir edilmek ve beğenilmek bu korkuyu azaltmayı sağlar. Ancak bu beğenme hissiyatı her ne kadar yararlı olsa da aşırı kaçıldığında zarara da neden olur. Özellikle kendilerini “anonim” olarak belirtilen İnternet üzerindeki platformlarda yapılan yorumlar ne kadar çok beğenilirse kişi de o kadar çok ego ortaya çıkar. Bu takdir edilme arzusundan dolayı insanlar hem kendilerine hem de topluma zarar verir.
Aslında anonimlik durumu sadece sosyal medyada geçerli değildir, Türk edebiyat tarihinde de geçerlidir. Çoğunlukla öz kimliğini saklayıp takma isimler kullanarak devlete ve siyasi yönetime duydukları öfkeyi, halka beslediği sevgiyi bu şekilde dile getirirler. Türk edebiyatında takma isimler kullanarak kendini saklayanlar şunlardır: Orhan Kemal, Reşat Nuri Gültekin, Aziz Nesin… Bu yazarların bu şekilde kendilerini ifade etme nedeni ölüme sürülme korkusudur. Toplumda kendini ifade etmenin ne kadar zor olduğunu bu şekilde görüyoruz. Herkes fikrini söylemek için rol yapıyor ya da maskeden maskeye atlıyor. Artık yaşadığımız bu dünya da hayat bu şekilde devam etmemeli. Ne kadar fazla fikir o kadar özgürlük demektir. Sonuçta akıl sana ait değilse, ruhun özgür kalamaz.
Özgürlük sağlanmazsa insanlar kendilerini iyi ifade edemeyecekler, hayatta nasıl ayakta durulmasını öğrenemeyecekler ve gerçek bir birey olamayacaklar. Zamanları hep diğer insanların ne diyeceğini, nasıl karşılayacaklarını düşünerek geçecek. Böyle bir hayatı engellemek için özgür bir konuşma ortamı sağlanmalı. Takma isimlerin, lakapların, maskelerin olmadığı bir gelecek oluşturulmalı. Her şey saygı çerçevesinde gerçekleşirse herkes istediklerini özgürce dile getirebilir. Sonuçta insan konuştukça kendisini geliştirir, gözlerindeki perdeyi açar ve yeniden doğar.