Yağmur dinmiş güneş bulutların ardından parlamaya başlamıştı. Benimse bunları fark edemeyecek kadar acelem vardı. Kırmızı ışık yandığında büyük bir gurupla durdum, elimdeki kol saati gözlerim tarafından resmen sınava tabi tutuluyordu. Arabalar geçmeye devam ederken küçük bir kız çocuğunun “Anne, bak gökkuşağı” dediğini duydum. Niyeyse bu cümle o an benim ilgimi çekmişti. Önce annesinin elini tutmuş küçük kıza kaydı gözlerim daha sonraysa küçük tombul parmağıyla gösterdiği noktaya, havadaki belli belirsiz gökkuşağına. Yeşil ışık yanar yanmaz yaya geçidinde yürümeye başladım. Tam gökkuşağının altından geçeceğim sırada içimi bir ürperti aldı. Tenime değen havanın o masum ev hissi bütün bedenimi sardı. Karşımda mor, mavi, sarı gibi renklerin fırçayla öylesine vurulmuşçasına boyanmış, üstüne sim diye yerleştirilmiş milyonlarca yıldızın parladığı bir gökyüzü. Ağaçların uzun bir yaz ayından sonra solmaya başlayan kahverengi yaprakları ve onların, önümdeki dereye gökyüzünün renkleri ile bir araya gelerek oluşturduğu, hiçbir ressamın düşleyemeyeceği kadar güzel bir tablo. Derenin üstünde oluşan tablo, bir kadını andırıyordu, gökyüzünün yansıması yüzüydü bu kadının, yıldızlar gözleri, galaksiler saçları, bulutsular dudağıydı. Bu güzel kadın ağaçlardan dereye yansıyan, kahverengi, sarı ve kırmızı renklerde yapraklardan bir elbise giymişti. Derenin içindeki nilüferlerse küpeleriydi son dokunuştu. tıpkı çocukken kurduğum hayaller gibiydi; Suyun içindeki güzzel kadın, rengarenk ama gerçekçi bir gökyüzü. Yürümeye başladım toprağın üzerinde ilerledikçe karşıma bir gül bahçesi çıktı. Kırmızı, pembe, sarı, beyaz… Bu tarlanın sahibi her kimse güllerden anlıyordu. Biraz daha ilerledim. Mutlaka fazlası olmalıydı her rengin bulunduğu bu yerde daha fazla renk olmalıydı. İlerledim uzunca bir süre önüme güllerden başka bir şey çıkmadı. Artık umutsuzluğa kapılıyordum, belki de renklerinde sonu vardı. O sırada başımı yukarı kaldırdım gökyüzü artık tek bir renkti “siyah” ama ortasında bir delik vardı anca parmağımın ucu kadardı orası beyazdı. Belki de orası beyaz bir dünyaya açılan bir kapıydı. O zaman fark etmiştim siyahla beyazın uyumunu. Gördüğüm tüm renkler benim için her şeydi. Hepsi benimdi resmen burası sadece bana aitti sanki. Uzunca bir süre daha güllerin arasında ürümeye devam ettim. O sırada siyah bir gül gördüm oysa hiç siyah gül görmemiştim. Güle önce zarifçe dokundum daha sonrasındaysa onu kopardım. kulağıma sesler gelmeye başladı, gözlerim kısıldığını hissettim. Aydınlığa çıkınca ortama alışmak için kısılmıştı gözlerim. Gerçek dünyaya dönmüştüm. Yeşil ışık yeni yanmış, insanlarla birlikte ilerlemeye başlamıştım. Ama elimde siyah bir gül yoktu. Ne de bu gittiğim yere dahil herhangi bir anı. Unutmuştum bile orayı. Orası benim çocukluk hayallerimin büyüdüğü yerdi. Belki de hayat bana orayı son kez göstermek istemiş ama hatırlamamı istememişti. Kaldırıma çıktığımda artık çocukluk hayallerimin hiçbirini hatırlamıyordum. Ben hayallerimi koparmayı tercih etmiştim.
Koparılan Hayaller
(Visited 9 times, 1 visits today)