Söz gümüşse sükut altındır derler, fakat kafalarını çevirip bakmazlar. “Kuyumcularına” sormazlar hangisinin değerli olduğunu, öylece susup dururlar. Halbuki gözlerini açsalar hele bir dünyaya, anlayacaklar sözle sükutun aynı kefeye konamayacağını, “iletişim”siz bir hayatın hayal bile edilemeyeceğini…
“Konuşmak bir ihtiyaç olabilir, ama susmak bir sanattır.” demiş Goethe, ancak hangi insan bir şeyler başarmış susarak bu hayatta? Hangi canlı sessizliğiyle yükseklere çıkmış, kendini tanıtmış dünyaya? Konuşmaktır asıl sanat olan. Sanki sihirli bir anahtar gibi her türlü kapıyı açabilen bir mucizedir. İletişimin temel prensibidir söz söylemek, bizi bugünlere getiren en büyük başarımızdır. Tarihe adını yazdırmış isimleri bir düşünün; etkili konuşmayan, insanlara hitap etmeyen bir isim geliyor mu aklınıza? Öyleyse bu insanlar çözmüşler hayatın sırrını, hepsi de biliyorlar konuşarak neler neler yapılacağını.
Biraz da günümüzden yürüyecek olursak; grup çalışmalarında hep bir sözcü, markalarda hep bir temsilci, insanların başında hep ağzı iyi laf yapan birileri var. En çok da bu isimler tanınıyor. İnsanlara yeni fikirler aşılayarak, onlara yol göstererek, herkese konuşarak mucizelere yol açıyorlar. Bu yaptıkları şey sanat değil de ne? Etkili konuşma bu bakımdan büyük bir yetenek olarak kabul ediliyor günümüzde. Kitleleri arkasından sürükleyebiliyor. Adına kitaplar, makaleler yazılıyor. Çünkü gerek günlük hayatta gerek okulda gerek iş yerinde parlamanın kaynağını çözüyor yavaş yavaş herkes. ”Kuyumcularına” danışmaya başlıyorlar artık.
Bu gidişle etkili konuşma eğitimleri artacak gibi duruyor. Oysaki ben, bir yeteneğin fazla yaygınlaşmasıyla değerini ve önemini yitirdiğini düşünen biri olarak, bu eğitimlerin verilmesini açıkçası doğru bulmuyorum. Sonuçta bu sanatı kötüye kullanmaya çalışacak pek çok insan çıkacak yeryüzüne. Zamanında fazlasıyla görmüşlüğümüz olmasına rağmen bu eğitimlerin yine “manipülasyon”lara yol açacağı bal gibi ortada. İnsanların, sihirli sözcükler kullanarak başkalarını kandırmaları çok olası. Naçizane fikrimle, her insan kendi içinde olup biteni tartmalı, kendi kendine yöntemler bulmalı. Aksi takdirde bu sihirli anahtarımızın kopyasını yapmış da herkese dağıtmış gibi oluruz.
Konuşmanın zararından çok yararının olduğu artık bilimsel olarak kanıtlandı. Yalnızca insanları etkilemek amacıyla değil, dertlerimizi hafifletmek, sosyalleşmek, yeni bakış açıları geliştirmek gibi bir sürü artısı daha var. Kişi kendini diğerlerine ne kadar daha çok açar, ne kadar daha çok fikir alışverişi yaparsa o kadar güçlenir, o kadar mutluluğu artar bu hayatta. Bazen boş konuşmak, saçmalamak bile harika bir terapi gibi gelir bünyeye. Yani konuşmanın iyisi de kötüsü de önemlidir.
Özetle, sessiz bir yaşamdansa konuşarak geçen bir ömür daha sağlıklı hepimiz için. İletişim kurmak, hitap etmek, içimizi dökmek yalnızca bir gereksinim değil, bir felsefe haline geliyor. Konuşma felsefesi, artık hayatımızda baş köşeye oturmaya hazırlanıyor. Peki susarak nasıl hayatta kalacağız?