8 Mart 1985 saat gece on ikiyi yirmi geçiyordu. Etraf o kadar sessizdi ki doktorların nefes sesleri hastane koridorunda yankılanıyordu. Her şeyin kötü bir kâbustan ibaret olmasını hiç bu kadar fazla istememiştim. Nefesimi tutup son bir kez odaya girmeyi denedim. Kapıya yaslanmış babamı ve yerde umutsuzca oturan ablamı izledim bir süre. Yapamadım, giremedim. Hoş, kim annesinin öldüğü odaya elini kolunu sallayarak rahatça girebilirdi ki. Cesaretimi toplayıp odaya girdim. Annemi gördüğüm gibi boğazım düğümlendi. Ağlayamıyordum ama yıkılmış olduğum her halimden belliydi. Yatağın ucuna oturdum. Bir süre annemi izledim. Amansız hastalıklara yakalanan insanları televizyonda görmekle aynı şey olmadığını o an çok net anlamıştım. Saate baktım. 9 Mart’a, doğum günüme, yalnızca 5 dakika kalmıştı. Gözlerimden yaşlar süzülürken son bir kez anneme ardından da saate baktım. O sırada ablam bana sarılıp “ İyi ki doğdun Kiraz” dedi.
“Kiraz aşağı iner misin artık geç kalacağız!” diye bağırdı ablam her zamanki tiz sesiyle. Bu kadar sabırsız olabilir miydi bir insan diye düşünüyorum hala. “İniyorum.” diye cevap verdim. Babam da bıkmıştı kavgalarımızdan, her halinden belliydi ama adamcağız ağzını açmıyordu. O sırada yukarıda odamda kaybettiğim kolyemi ararken babam geldi odama. Gözüm kızarmıştı ağlamaktan, babam da fark etmişti ama bir şey söylemedi. “Hadi Kirazcım geç kalacağız.” dedi sakince. Gitmek istemiyordum, o kolyeyi bulmadan olmazdı. “Kolyen nerde?” diye sordu babam. Omuz silktim. “Geçen seneden beri takmadım baba yeni mi fark ediyorsun.” dedim. “Evet, takmıyordun ama elinde taşıyordun sürekli. Kayıp mı ettin?” dedi babam. “ Evet, baba kaybettim hiçbir yerde bulamıyorum bugün takmam lazımdı o kolyeyi, anneme söz vermiştim hatırlamıyor musun?”. Annem, vefat etmeden önceki gece vermişti bana o kolyeyi ve “Eğer ölürsem beni her ziyarete geldiğinde bunu tak, ben hissedeceğim.” demişti bana. Babam duraksadı. “Bir sene geçti Kiraz ve biz her ay ziyarete gittik. Niye kolyeyi o zaman takmadın da şimdi inatla takman gerektiğini düşünüyorsun?” dedi. Cevap vermedim. Haklıydı oysaki bir senedir bir kere bile takmamıştım kolyeyi fakat sürekli elimde taşıyordum. “Nereye gitmiş olabilir ki gece her zamanki gibi yastığımın altına koymuştum.” diye düşündüm. Sonunda vazgeçip babamla aşağıya indik, ablamı da alıp arabaya bindik. Rahat değildim, anneme verdiğim sözü tutamamıştım.
Mezarlığa gelmiştik. Sessizdir etraf. Bu son bir senede öğrendiğim bir şey vardı: sessizlikten nefret ediyordum. Oradaydı işte annemin mezarı. Babam da ablam da annemle konuştu fakat ben tek kelime bile etmemiştim. Korktuğumdan değil, utanıyordum. Verdiğim sözü tutamadığım için utanıyordum. Biri geldi yanıma. Hiç tanımadığım bir adam. Bana sarıldı ve “İşte doğum günü kızı da burada, ah tatlım olanlara çok üzüldüğümü bilmeni isterim.” dedi. Babam gelip kulağıma şöyle dedi: “ Annenin sağ kalan tek kuzeni, lütfen kibar davran.” Adama dikkatli bakınca anneme ne kadar benzediğini fark ettim. Kuzenden çok kardeşi gibiydi. Ben her zamanki gibi sessizliğimi koruyup ağlamamak için tuttum kendimi. Bu konuda gerçekten geliştirmiştim kendimi. Adam, elleriyle gözlerimi kapatıp beni babamın arabasına bindirdi. Yol boyunca da gözlerim kapalı kaldı. Bana arada annemin adını, Lavinya, diye sesleniyordu ve anneme ne kadar çok benzediğimden bahsediyordu. Araba uzun bir süre sonra durdu. İndiğim anda adam gözlerimi açtı ve herkes “İYİ Kİ DOĞDUN KİRAZ” diye bağırdı. Mutlu olmam gereken yerde her zamanki gibi üzgündüm ve bu sefer saklayamıyordum da üzüntümü. Ablam beni belimden tutup pastanın olduğu yere götürdü. Dilek tuttum ve mumları üfledim. Zaten ne olduysa tam o an, ben mumları üflediğim sırada oldu.
Zaman yavaşlamıştı, hatta durmuştu sanki. Yemyeşil çimlerin üzerinde oturuyordum. Ne olduğunu anlamamıştım. Derken uzaktan beyaz elbiseli, uzun dalgalı saçlı bir kadın bana doğru gelmeye başladı. Annemdi bu. Yanakları kıpkırmızıydı ve yüzümde çok güzel bir gülümseme vardı. Ona doğru koştum ve sarıldım. Kalplerimizin birbirine değdiğini hatta senkronize bir şekilde attığını hissediyordum. Onu o kadar çok özlemiştim ki. Sonra boynundaki kolyeyi gördüm. Bana verdiği kolyenin aynısıydı. “Anne” diyebildim sadece. “Ne düşündüğünü gayet iyi biliyorum Kiraz. Sen dün gece uyurken aldım kolyeyi. Bütün gün seni izliyordum. Kolyeyi bulamadığın için o kadar mutsuzdun ki seninle konuşmasaydım, bir açıklama yapmasaydım kendimi çok kötü hissedecektim. Kolyenin normal bir kolye olmadığını anladığını sanıyordum. Anneannen ölmeden önce vermişti bana bunu. Kolyenin sahibi eğer bir gün ölürse verdiği kişi, onu bir kere görme hakkı kazanıyordu. Sen kolyeni hiçbir zaman takmadığın için anladın sanmıştım, özel bir güne sakladığını düşünüm beni görme fırsatını. Bu yüzden dün gece kolyeyi aldım ve buraya geldim.” dedi annem. Kolyeyi kendi boynundan çıkarıp benim boynuma taktı. O an anladım ki ne olursa olsun annem hep benim yanımda olacaktı.