İnsanlar bugüne kadar çeşitli yollarla zenginliği elde etmiştir. Bu durumun en bariz örneği ise Afrika kıtasıdır. Yıllarca başka devletler tarafından sömürge olarak kullanılan Afrika, değerli madenlerini kaybetmesinin yanı sıra çok daha değerli bir unsuru kaybetti: özgürlüğünü. Jean Jacques Rousseau’nun da dediği gibi “Özgürlük çok pahalı bir maldır, paradan daha değerli olan kırmızı kanla alınır.”
Toplumun bu konudaki temel yargısı karşı tarafı suçlamaktan öteye gitmiyor (gidemiyor). Peki burada gerçekten de güçlü taraf (sömürenler) mı, yoksa kendini zayıf durumda bırakmaktan rahatsızlık duymayan güruh mu suçlu? Ben kesinlikle ikincisini seçerdim. İnsanlar harekete geçmekten aciz varlıklardır ve bir olay olmadan önce genellikle sonunu düşünmeden olayın gerçekleşme aşamasına odaklanırlar ve bu onlara o kadar karmaşık ve yorucu gelir ki daha işe başlamadan düşünme aşamasında yapacakları işten cayarlar. Bu yüzden burada suçlu olan sömürenler değil sömürülenlerdir. Onlar baskı görmemek umuduyla kendi dillerinden ve kendi değerlerinden (din, giyim tarzı vb.) vazgeçtiler. Peki ne uğruna rahat bir yaşam uğruna mı? İnsanın gösterdiği bu tepki miskinliğin sonucu gerçekleşir. Çünkü insan öyle miskin bir varlıktır ki her şeyin kendi ayağına gelmesini ister hiç uğraşamadan. Hatta kendi özgürlüğünü bile bu şekilde elde etmek ister fakat “Hak verilmez, alınır” özgürlüğü kazanmak için onu kaybetmemiş olmalı insan.
Bu olay bir paradokstur aslında. Eğer özgürlüğün varsa özgürlük kazanmak işine yaramaz ama özgürlüğünü kazanmak için içinde küçük de olsa bir kıvılcım olmalı bu kıvılcım olmazsa insan özgürlüğünü kaybeder “Özgürlük kazanılabilir fakat asla geri alınamaz” bir kere söndü mü o kıvılcım bundan geriye dönüş ol(a)maz. Az önce dediğim gibi hak kazanılmaz alınır yani sömürenler güçsüzün ellerinden zorla hürriyet haklarını aldılar çünkü ezelden beri, bu her canlı için geçerli, güçlü zayıfı ezmiştir, doğanın kanunu budur. Öyleyse insanlar içlerinde bulunan güçlü özgürlük duygusuyla zayıf ama bir o kadar da etkili olan miskinlik duygusunu ezmeli ve kendisinin efendisi olmalı. Kendine hükmedebildikten sonra bağımsızlığını geri alması kaçınılmazdır insanın. Bunları yapmaktan aciz olan yahut korkan insanlar köleliği hürriyete tercih eder ve kendini bundan sonra olacaklar ile avutur. Çünkü bir kölenin mücadele etmesi gerekmez. Sahibi ne de olsa yemeğini ve suyunu önüne koyar, kıyafetlerini ona verir ve en önemlisi de ona ne yapması gerektiğini söyler. Bu o insan için o kadar büyük bir iyiliktir ki tüm zorluklar ortadan kalkar. Çünkü efendisi artık beynine hükmetmeye başlar ve hiçbir zincir bundan daha sıkı olamaz ve insan tam da bu noktada düşünmeyi bırakır ve beyni bir nevi istifa eder. Erasmus’un “Mutluluk aklın bittiği yerde başlar.” sözü, kölenin mutlu olmak ve huzura erişmek uğuruna özgürlüğünden vazgeçip nasıl mutlu olduğunu açıklar niteliktedir.
Terazinin öteki tarafındaysa Mustafa Kemal Atatürk’ün ” Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” sözü vardır. Yani ne olursa olsun hür olsun, çekeceğimiz acılar bile bizim özgür acılarımız olsun başkaları tarafından önümüze sunulmasın. Ben zihni sömürülenlerin aksine ;hürriyeti ve onun tehlikelerini, köleliğin sakinliğine tercih ederim.