Tekrar merhaba, ne kadar zamanım var bunu yazmak için bilmiyorum ama hayatımın yakında sona ereceğini biliyorum. Bir yanımda dehşet bir diğerinde vahşet, beni tutup bırakmıyorlardı sanki… Kısaca kendimden bahsetmem gerekirse ben, sadece insanlığı uzayda en iyi şekilde temsil etmek isteyen masum bilim adamlarından biriyim. Lakin yoluma pek çok taş çıktı yoluma. Dürüst olmak gerekirse en yakın yol arkadaşlarımın soğuk, kaskatı cesetleri de çıkmıştı. En son olanlar ise, ben de dahil herkesin kaskatı kesilmesine sebep olmuştu. Biliyorum herkes korkuyor. Ama yetmez mi bu olanlar? Birinin bu yılgı rüzgarının karşısında dimdik durması gerek. Ve her şey bittiğinde, tüm meltemler hafiflediğinde, herkes yaşamına geri dönebilmeli. Şimdilik günü kurtarsak bu bize yetecektir.
Ben bu düşüncelerin arkasına saklanarak ölü bedenin önüne geçip sonunda resmi olarak bu çılgınlık hakkında konuşan tek kişi oldum. “Dostlarım, herkes burada birbirini az çok tanıyor. Aynı istasyonda yatıyor, yiyor, içiyoruz. Bunu insan düşmanına yapmaz. Ancak aramızdan biri her 4 yılda bir, 29 şubat günlerinde birimizi tahtalı köye yolculuğa çıkarıyor. Bence bu dehşete düşürücü vakaların Boreas yüzünden meydana geldiği konusunda ortak fikre varabiliriz.” Sözlerim bitmişti, gözlerim ise odanın farklı köşelerinde dolanmaktaydı. Beni alkışlayan ellerin arasından bir çift kan çanağı seçebildim. Bir saniye sonra, yoktu. Tahmin edebilirsiniz ki peşinden koştum, nereye gittiğini az çok tahmin edebiliyordum çünkü.
Tam da tahmin ettiğim gibi, fırlatma kokpitindeydi, şimdi ise baş başayız demek oluyor bu. Uzayın ilk seri katili ile yalnız kalındığında ne yapılması gerekiyorsa hiçbirini yapmadım. Söylediğim üzere bu, benim onunla tesadüfler silsilesiyle tanışma hikayem. Evet, onu gerçekten, içten tanıyorum artık. Aslında, onun bizim gibi biri olmadığını ve bir “tanrı” olduğunu öğrendim. Eğer gözlerimin önünde saf ışık formuna geçiş yapıp yok olduğunu görmeseydim, bu aklımın ucundan bile geçmezdi. Boreas’tan haber alamayınca kendi kabuğumuza çekilmeye karar verdik. Ne bir ses ne bir seda…
Tabi ki bu kara günler, her araştırmamızda yerini gizeme bırakıyor. Boreas, kuzey rüzgarları tanrısı… Kızının ölümüne, kardeşinin vahşetine tanık olmuş. Gittiği her yerde onu aynı bir tazı köpeği gibi bulan kardeşi büründüğü insan kılığıyla bile onu takip ediyor. Kayıplarımız neden güneş arkamızdayken gerçekleştiğine şaşırmamalı… “Nasıl oldu da bunları öğrendiniz?” diyecek olursanız onun, ilahi güzellikte el yazısıyla yazdığı elveda mektubunu odasından bulmayı başarmıştım. Sakladım, yıllarca sakladım… Bu gerçek benimle mezara kadar gidecekti, kimse bana inanmazdı sonuçta değil mi? Deli olduğumu sanacaklarına emindim ama şimdiki aklım olsa deli diye anılmayı tercih ederim. Çünkü tam aksine, içimi her geçen gün daha da çok kemiren sır ebediyete karıştığında beni de bir sel gibi sürükleyip götürdü. Bunları okuyorsanız, siz de benim gibi gizem hayranısınız demektir. Lakin merak kediyi öldürür derler. Bir deli olduğuma inanmazsanız delirebilirsiniz bile. Kuzeyden gelen rüzgarların selde sizi alıp götürmesine izin vermeyin.