Her türlü duygu, düşünce ve hareketle ilgili faaliyet “davranış” olarak isimlendirilir yani severken de, kızarken de, teşekkür ederken de, koşarken de çeşitli davranışlar sergilemiş oluyoruz . Peki , bu davranışların kökeni nedir ?
Bizi ”biz” yapan şey genlerimiz mi yoksa çevresel faktörleri mi ? Karakterimizin oluşum sürecini şekillendiren pek çok etken vardır , genlerimiz ve büyüdüğümüz çevre kişiliğimizin oluşumunda kritik bir rol oynar .
”Annesinden zekasını ; babasından yaratıcılığını almış .” gibi aile içinde sık sık tartışılan konular , aslında asılsız değildir . Çocukların kişiliğini belirleyen birçok faktör genler üzerinde taşınır yani bebek dış çevreye maruz kalmadan önce huy gelmiş durumdadır fakat bilimadamları genlerimizin dış etkenlere tepki verdiğini keşfettiler , çevresel faktörler de özellikle doğum öncesi ve erken yaşlarda kişiliğin oluşumunda oldukça etkilidir. Tüm bu anlayışlar epigenetik denilen yeni bir alanın öne çıkmasını sağladı .Genetik özellikler ancak altyapıyı oluşturur , tecrübelerimiz ve her anımız diğer insanlardan benzersiz etkileşimler bütününden oluştuğundan beyinimizdeki nöral ağların içerdiği örüntüler de benzersizdir bu her birimizi eşsiz birer birey yapar , ağlar yaşam boyu değişiklik gösterir , bu değişiklikler kimliğimiz de sürekli yer değiştiren ve varış noktası olmayan bir hedef haline getirir .
Mizacımızın önemli bir kısmını başta ebeveynlerimiz olmak üzere çevremizi taklit ederek ediniriz . Erken yaşlarda anne baba ile kurulan iletişim duygu dünyasını geliştirir . Özellikle 1-2 yaş aralığında anneyle ve sonrasında babayla olan iletişimimiz , ileride olacağımız insanın belirlenmesinde en önemli etkenlerdendir . Mesela, her istediği şeye kolayca erişebilen çocuklar büyüdüklerinde hayatın zorlukları ile karşılaştıklarında sabırsız ve tepkili olurlar ; duygusal ve fiziksel açıdan ihtiyaçları karşılanmamış olan çocuklar , sosyal iletişim bozukluğuna sahip “sosyopat” olarak adlandırdığımız bireylere dönüşürler .
Genlerimiz bizi akıl hastası , katil … yapabilir mi ? Katillerden toplanan DNA örnekleri araştırılıp kıyaslandığında şiddete meyilli olan erkeklerin X kromozomunda bir mutasyon olduğu ve serotonin , dopamin hormonunu parçalaması gereken enzimi kodlayan gendeki değişiklik yüzünden bu hormonların parçalanamadığı , beyinde birikip sinirsel kontrol yok ettiği ortaya çıkmıştır . Yapılan buna benzer araştırmalar sonucu otizm, şizofreni ,dikkat eksiği ve hiperaktivitenin de genlerle bağlantılı olduğunu keşfedilmiştir .Psikolojik rahatsızlıkların oluşumunda da genler gibi beslenme bozukluğu, sosyal – ekonomik problemler, yetersiz eğitim , dengesiz, baskıcı ve cezalandırıcı ailelerde büyümek vb. çevresel faktörlerde etkilidir .
Bizi biz yapan önemli etkenlerden biri de zekadır . Zeka ile ilgili yapılan arıştırmalar sonuncunda zekanın sadece 50% sinin bize genetik olarak aktarıldığı saptanmıştır . “Genetik bize bir plan veriyor ve sınırları belirliyor. Ancak bu sınırlar içinde, bir insanın nereye kadar gelişeceğini belirleyen şey ortamdır.” Zekayı da boy gibi kalıtsal bir özellik olarak düşünürsek dengeli ve iyi beslenen bir bireyin boyunun daha uzun olması beklenir çünkü bu şekilde onların genetik potansiyellerine tam olarak ulaşmasını sağlar.
Kişiliğin oluşmasında ne tek başına genler ne de tek başına çevre etkilidir . Genler donanım çevre ise yazılım gibidir , birlikte çalışırlar . Peki hangisinin etkisi daha büyüktür ? Tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan araştırmalarda farklı ortamlarda büyüyen ikizlerin hem fiziksel özelliklerinin hem de davranışlarının yine de çok benzerlik gösterdiği gözlemlenmiştir bu da kişiliğimizin ortamdan çok genlere bağlı olduğunu fakat çevre bize içimizde zaten var olanı orataya çıkarma veya törpüleme imkanı sunar .
(Visited 623 times, 1 visits today)