Evimden çıkmış dondurma almak için büfeye gitmiştim. Gecenin bir yarısında açık olan tek büfe ise evime on beş dakika uzakta olduğu için bedenim epeyce yorulmuştu. Kendime güldüm, neden bir dondurma için bu kadar yol gitmiştim ki? Bir anda gülüşüm yüzümde dondu. Sağımdaki sokaktan bir ses gelmişti. Sokak lambası bile yanmıyordu, patlamıştı. Kendimi kedi olduğuna ikna etmeye çalışırken acı bir çığlık daha yükseldi. Bir kadının çığlığı… kalbim yerinden çıkacak gibi olurken ayaklarım beni istemsizce sokağın başına götürdü.
Nefesimi tutmaya çalışarak telefonumun flaşını açarken iki adım atmamla beraber gözlerim dehşetle açıldı. Her yer kırmızıya boyanmıştı. Simsiyah giyinmiş uzun ve yapılı bir adam çığlığın sahibi olduğunu düşündüğüm bedenin önünde duruyordu. Siyahlı adamın ise vücudu titriyor garip kelimeler fısıldıyordu. Daha sonra bedenin önünden çekildi. Çekilmesiyle beraber genç bir kadının cansız bedeniyle gözlerim buluştu. Kadının etrafında ezilmiş papatyalar vardı ama renkleri artık beyaz değil kırmızıya dönmüştü. Gözleri yardım için yalvarıyor gibiydi. Aniden bir titreme ve korku bedenime nüksederken siyahlının gözleri beni buldu. Gözbebeklerim kaçacak yer arıyor, ayaklarımdaki güç ise gittikçe azalıyordu. Var gücümle geriye döndüm ve koşmaya başladım. Gözyaşlarım rüzgarla beraber yanaklarımdan fırlayıp soğuk asfalta düşüyordu. “Arkana bakma, arkana bakma, arkana bakma…” sözcükler zar zor ağzımdan çıkıyor adrenalin göğüs kafesimi bir duman gibi kaplıyordu.
Koşmaya o kadar odaklanmıştım ki arkamdan geliyor mu diye bile bakmamıştım. Yaklaşık on dakikadır aralıksız koşuyordum. Sanırım peşimi bırakmıştı. Elimi kalbime koyup soluklanmaya çalıştım. Nefes alışverişlerim düzene girdiğinde etrafı bir kez daha kolaçan edip evime çıktım. Kapımı birkaç kez kitleyip sakinleşmeye çalışıyordum ama görüntüler zihnimden bir an olsun çıkmıyordu. Hızlıca elime en az on yıllık olan bilgisayarımı alıp not kısmını açtım ve az önce ne yaşadıysam yazdım.
Çokta tekin olmayan genelde gecekonduların olduğu bir mahallede yaşıyordum. Her türlü tipten, türden insan yaşıyordu burada. Cinayet romanları yazıyordum, bir yazardım ama daha önce hiçbir eserim insanlar tarafından beğenilmemiş, ne kadar denesem de duygu olmadığını, bir şeylerin eksik olduğunu söylemişlerdi. Bir süre sonra ilham da gelmediği için bırakmıştım. Doğru düzgün yemek bile yemiyordum, son bir hafta içinde beş kilo vermiştim resmen şans eseri yaşıyordum.
Hep içime kapanık bir insan olmuştum insanlar beni geriyordu, birine cinayet hakkında bir şey söylesem bile bana inanmazlardı. Bana o küçümseyici bakışlarıyla cevap verirlerdi. Bu yüzden bende insanlarla ilişkimi tamamen keserek eve kapanıp deli gibi kurgu yazıyor, o gece yaşadığım duyguları doğrudan romanıma aktarıyordum. Yaklaşık üç ay olmuştu romanım neredeyse bitmek üzereydi ve ben az kalsın besin eksikliğinden bayılıyordum. Günler günleri kovalarken üç buçuk ayın sonunda romanım tamamen bitmişti, düzenlemesi için editörüme götürdüğümde ise geri dönüşü beni umutlandırmıştı. Bu kadar kısa sürede bunu nasıl başardığımı ve bunu gerçekten yazıp yazmadığımı merak ettiğini söylemişti.
Kitabım kısa bir süre içinde basılmış, çokça insanın ilgisini çekmişti. Herkesin dilinde bu kitap vardı ve ben hala şokun içinden çıkamamıştım. “Kırmızı Papatya, bu yılın çok satanlarına girmeyi başardı bu başarısından dolayı onu tebrik ediyoruz, sizi kürsüye alalım lütfen” karşımdaki orta yaşlı kadın adımı söylediğinde yanımdaki diğer yazarların ve kitabın hayranlarının bana meraklı gözlerle baktıklarını fark ettim. Konuşmamı yapmak için alkışlar eşliğinde kürsüye çıktım. Tam konuşmaya başlayacaktım ki kalabalığın arasında onu gördüm. Elleri ceplerinde sırıtıyordu. Gözlerindeki o alaycılık nutkumun tutulmasına neden oldu. Yanında ise bir deste papatya vardı. Deliriyor olmalıydım, hayır onu şu an göremezdim. Günlerce hatta aylarca beni uyutmayan o adam tam da karşımda bana bakıp sinsice gülümsüyor olamazdı. Ellerimle kürsüye tutundum, dizlerimin bağı çözülmüştü. Ayakta durmak giderek zorlaşırken kendimi bir anda o ıssız sokakta buldum. Gariptir ki yanıma papatyalar dizilmişti. Sokak lambası cızırdarken arkamda bir ayak sesi duydum. Karşımda bana bakarak gelen simsiyah giyinmiş o adam vardı. Yüzü tanıdıktı, gülümsedi. Kulağıma “teşekkür ederim.” diyerek fısıldadı. Bedenim korkuyla titrerken damarlarımdaki kırmızı boya beyaz papatyaları kapladı.