Babam bir bilim insanı. Hani şu filmlerde gördüklerinizden. Beyaz saç, lekeli önlük ve tuhaf davranışlar. Hatta çatı katında bir laboratuvarı var. Orada, o tuhaf küçük deliğinde, ne yaptığını tam olarak bilmiyorum. Daha doğrusu bilmiyordum, geçen haftaya kadar.
Sıradan bir gündü benim için. Normalin dışında olan tek şey hizmetçi kızın ortalarda görünmemesiydi, hatırladığım kadarıyla grip salgınına yakalanmıştı. Şansa bakın ki o öğleden sonra annemin önemli bir görüşmesi vardı. Görüşmeye iki saat kala hizmetçi kızdan o gün gelemeyeceğini bildiren bir mesaj almak da tahmin edersiniz ki onu pek mutlu etmemişti. İç çekerek bana döndü.
“Görünen o ki bugün evdeyim.” Hemen itiraz ettim tabii “Ben kendime bakabilirim!” Annem kaşlarını kaldırdı. Sen kendine bakamazsın, dedi ve devam etti, ama kimin bakabileceğini biliyorum. Cümlesini bitirir bitirmez ani bir hareketle kalktı ve merdivenleri çıkmaya başladı. Ben de sessizce peşinden tabii.
Daha önce ikimizin de adımını atmadığı laboratuvarın kapısına gelince durdu ve kapıyı sertçe tıklatmaya başladı. Orada olduğumu fark etmemiş gibiydi. Kapının kırılmak üzere olduğunu hissederken içeriden babamın homurdanmasını duydum. Ardından kapı aralandı ve babamın kafası belirdi. Her zamanki gibi hem enerji dolu, hem de yorgunluktan tükenmiş, asla tam olarak anlayamadığım bir yüzle annemi süzdü. Merdivenlere oturup olacakları beklemeye başladım.
Altı yaşında bir çocuk evde tek başına kalamaz, diyordu annem. “Tek başına olmayacak ki, ben burada olacağım.” diye savunuyordu kendisini babam. Bunun üzerine annem de babama o lanet deliğinden asla çıkıp bana babalık yapmadığını, hiç değilse bugünlük bunu yapması gerektiğini, fakat bunun dahi geçen tüm yılları telafi etmeyeceğini söyleyip aşağı inmesi gerektiğini hatırlatıyordu ve her şey en başa dönüyordu: “Bu çocuk evde tek kalamaz!”, “Tek kalmayacak zaten!”
Uzun bir tartışmadan sonra annem sert bir sesle “Gidiyorum, eğer biraz bile insanlığın varsa aşağı inersin ve kızına bakarsın. Hele şu evrak gelsin, kurtulacağım nasıl olsa. Bir daha bu tartışmayı yapmayacağız.” dedi. Arkasını döndü ve merdivenleri indi. Hala orada olduğumu fark etmiş gibi görünmüyordu. Fakat babam fark etmişti, buz mavisi gözlerini bana dikti. Kapıyı ardına kadar açtı ve içeri döndü. Bunun bir davet olduğunu anlamıştım. Koşarak içeri girdim.
İçeri girdiğim anda ağzım açık kaldı. Nasıl tanımlayacağımı gerçekten bilmiyorum. Daha önce görmediğim renkler, koklamadığım kokular, hissetmediğim hisler… Gözüme ilk çarpan şey her tarafta olan masalardı. Ufak bir çatı katı odasına ne kadar masa sığdırılabilirse o kadar çok masa vardı. Bir tanesinin dahi üzeri boş değildi. Tuhaf makineler, içi dolu tüpler ve daha tonlarca ilginç şey sergileniyordu masalarda. Babam da bu bahsi geçen masalardan birinde birkaç kimyasal karıştırmakla uğraşıyordu. Bunu fırsat bilip laboratuvarı karıştırmaya başladım. Her yeni masa, benim için yeni bir eğlence demekti. Hepsinde de beni şaşırtacak bir şeyler vardı.
Kelebek gibi masadan masaya gezinirken gözüme bir “şey” çarptı. Yaklaştım. Renkli sıvılarla dolu tüplerin uzandığı cam bir fanus, birkaç tane siyah düğme ve altında da kocaman kırmızı bir düğme… Ne olduğunu anlamadığım başka bir ıvır zıvır daha. Kırmızı düğmeye uzun uzun baktım. Biraz eğlenmekten ne zarar gelirdi ki?
Elimi kırmızı düğmenin üzerine koydum. Arkadan babamın “Sakın ona dokunma!” diye bağırdığını duydum. Fakat artık çok geçti. Bir ışık patlamasıyla fanusun camları etrafa saçıldı. Korunmak için kollarımı önüme siper etmiş olsam da keskin cam parçaları yüzümü kesmişti. Bu sırada patlayan fanusun tüplerinden yoğun bir duman yayılıyordu. Babam endişeyle yanıma koştu, ağzımı ve burnumu eliyle kapadı. Aceleyle laboratuvardan çıktık. Başım dönüyordu. Babam elini yüzümden çekince elinin kırmızıya boyandığını gördüm. Canımın yandığını ancak o zaman fark edebildim. Ağlamaya başladım.
“Üzgünüm, üzgünüm…” babam kendi kendine fısıldıyordu. “Gerçekten özür dilerim.” benden mi yoksa kendisinden mi özür diliyordu, gerçekten bilemiyorum. Biraz sakinleşir gibi olunca elimden tuttu ve gülümsedi: “Gel, ilk yardım setini bulalım.”
Babam o akşam laboratuvarına giremedi. Annem eve dönünce de hayatımda gördüğüm en büyük kavgalarını ettiler. Saat on biri geçince annem beni odama gönderdi, yüzünde çözemediğim bir ifadeyle. Fakat benim bu kadar olaydan sonra uyumaya niyetim yoktu. Kalkıp camı açtım. Karanlıkta kirli beyaz bir gölge göze çarpıyordu. Gözlerimi kısıp baktım. İnanamadım, karanlıktaki gölge lekeli önlüğüyle babamdı. Dış kapıdan çıkmadan önce benim camımın tarafına doğru baktı. Bu, babamı son görüşümdü.