Hayatımızın birçok evresinde durup olayların nasıl seyir aldığını izler ve buna göre kendimize bir yol haritası çıkartmaya çalışırız. Biliriz ki bu yol haritaları kişiden kişiye değişiklik gösterir. Hayatımızın çoğu döneminde, hatırlayabildiğimiz ya da daha çok gözümüze batan kısımlarında, olmasını istediğimiz şeylerin sonuçlarını ve yaptığımız işlerin çıktılarını bir kenara alıp ufak bir analiz yaparız. Bu, her şeyi açıklama isteğimizden mi yoksa bir öngörü sahibi olma arzumuzdan mı?
En popüler haritalardan biri, çok bilinen Murphy Kanunları. Bu kanuna göre yapmak istediğiniz ya da yaptığınız eylemlerin sonucunda ortaya çıkan durumların büyük bir çoğunluğu sizi hayal kırıklığına uğratacaktır. Yani bir şeyin kötü gitme ihtimali varsa muhtemelen kötü gidecektir. Örneğin saçlarınıza çok özen gösterdiğiniz bir gün muhtemelen yağmur yağar veya çok özenerek yazmış olduğunuz yazınız aniden silinir ve en güzel işiniz o olmasına rağmen 2. yazınız onun kadar güzel olmaz. Kısaca ve daha net bir şekilde Murphy Kanunları, evrenin ve karmanın genel olarak size karşı olduğunuz savunur. Buna dışarıdan objektif olarak baktığımız zaman bunun kesinlikle bir kötümser olgu yumağı olduğunu söyleyebiliriz aslında. Ancak bu görüşe karşı çıkabilecek birçok insan olduğunu da unutmamak gerekir.
Karmanın kesinlikle onlara karşı olduğunu, yaptıkları birtakım eylemler sonucunda çıkmış olan çıktılar ve yaptıkları ufak analizler sonucunda genellikle işlerin onlar iyimser yaklaşsalar bile kötü sonuçlandığını düşünürler. Eminim hepimiz hayatımızın bir noktasında bunu düşünmüşüzdür.
Bir diğer popüler inanış ise Çekim Yasası. Bu inanış ise, evrene hissettiğimiz şeylere göre yaydığımız frekanslar ile mesajlar yollama temelini savunur. Mesela, hayatında negatifliğe yer vermeyen bir insanın başına gelecek olaylar pozitif olacaktır. Çünkü çevreye yaydığı frekanslar pozitiftir ve evrene iyi niyetlerini sunar. Bu yasalar dizesi, hayatımızdaki negatifliği uzaklaştırabildiğimiz takdirde yaşadığımız hayatın bizi olabilecek her türlü zorluğa karşı ödüllendirebileceğini savunur. Tıpkı çok ünlü çocuk romanının sevimli karakteri Pollyanna gibi… Her şeye olabildiğince iyi bakmaya ve olayları hep iyiye yormaya çalışmamızın bizim için daha olumlu sonuçlar doğuracağını destekler.
Bu iki zıt inanış hakkında sizin aklınıza yatmayan bazı noktalar olduğuna eminim, benim de var. Her iki işleyişi de reddetmiyorum ancak desteklemiyorum da. İkisine de inanmanın bize kazandıracağı birkaç şey elbette göz ardı edilemez. Murphy Kanunları için düşünecek olursak kendimizi kötü olana hazırlamaya çalışmak, elde ettiğimiz çıktıların bizi yormasını engeller ve üzmesini azaltır diyebiliriz. Çekim Yasası’na ise, bize iyi şeyler olsun diye değil de daha mutlu bir hayat yaşamamız için gerekli bir rehber olarak bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Elbette olan biten her şeye toz pembe gözlüklerle bakmamalıyız. Tıpkı Yin ve Yang gibi: İyilik ve kötülük birleşerek evreni ve hakikati oluştururlar. Asla tamamen iyi ya da tamamen kötü diye bir kavram yoktur.
Ünlü şair ve oyun yazarı William Shakespeare’in de söylediği gibi: “Kendi başına iyi veya kötü bir şey yoktur, bunu düşüncelerimiz yapar.”