Kaybettiğimiz ne çok şey var ama kaybettiklerimiz hakkında hiçbir fikrimiz yok. Kaybettiğimiz şey bazen bir eşya, bazen bir dost. bazen ise bir duygu ama ne yazık ki kaybettiklerimizin farkında değiliz. Acılar unutulur sanıyorsunuz ama aslında acılar değil, mutluluklar unutuluyor. Acılara alışan biri aslında mutluluğun yoksunluğuna da alışıyor. Bazen bir tanıdığınızı kaybediyorsunuz, zamanla onla geçirdiğiniz mutlu anları unutuyorsunuz. Geride yalnızca onu kaybettiğiniz an kalıyor. O yüzden unutmak, dünyadaki en acımasız şey belki de. Eksik olan şeyleri yavaş yavaş unutturuyor. Ta ki hatırlanamayacak hâle gelene kadar. Hayatına anlam katan insanlara ya da olaylara gerekli önemi vermezsen unutmanın kurbanı olursun. O zaman, unutmak kabusu, pusuda bekleyen bir canavar gibi seni sessizce ele geçirir ve unutmanı sağlar. Unutmanın, hayata tutunmanın bir yolu olduğu düşünülebilir. Fakat, unutmak oldukça kurnazdır. Size sinsice yaklaşır, en mutlu anlarınızı kollar ve unutma illetini bir karabasan gibi üzerinize saçarak unutmanızı sağlar. Bununla birlikte, iyi yanları da yok değildir unutmanın. Acıları hafifletir bazen. Henüz açılan ve kanayan yaralarınıza merhem, korlanmış yangınlarınıza küldür unutmak. Ancak, acılar ruhunuza vurulan mühür gibidir aynı zamanda. Silinmez hiçbir zaman. En ufak bir esintide unutmanın külleri savrulunca açığa çıkar. Sızlar eski yaralar. Kırk yıl geçse de acımaya devam eden kılıç yaraları gibi. Acılara dost, mutluluklara düşman bir olgudur unutmak. Güzel anılarınızı sizden alıp götüren, acılarınızı zihninizde her an ortaya çıkmaya hazır bir sancı gibi saklayan. ”Sürekli eksik olan, bir süre sonra gerekli de olmuyor.” diyor birileri, tıpkı, unutmanın bizden götürdüklerinin yerini başka bir şeyle dolduramadığımız gibi…
Kara insanın yaşam alnıdır, deniz ise boşluk ve sonsuzluktur. Unutmak, insanın yaşadıklarına arkasını dönmesidir. Tıpkı deniz kenarında oturan birisinin yaşam alnına arkasını dönüp boşlukta ve sonsuzlukta kaybolması gibi…