Bu hafta, belki de hayatımın en güzel haftası olacaktı. Kimse geleceğini göremez ama biraz tahminde bulunabilir. İşte bazı zamanlarda tahmin edilemeyecek şeyler olur ve kafanız bulanıklaşır, ne olduğunu kavramakta zorlanırsınız. Benim de başıma böyle bir şey geldi, beklediğim gibi değildi.
Hiç yurtdışına çıkmamış biri olarak ilk kez yeni bir ülkeyi ziyaret edeceğim için o kadar heyecanlıydım ki, içim içime sığmıyordu. Gideceğim her yeri, gezeceğim tüm şehirleri bile listelemiştim. Bir haftalık kısa bir yolculuk yapacaktım, uçak biletimi aylar öncesinden almış, her şeyi tamamlamıştım.
Sonunda gideceğim gün geldi, bavulumu elime aldım ve evden çıktım. Havalimanında çok heyecanlıydım. Her şey mükemmel olacak, hayatımın en iyi haftasını yaşayacağımı düşünüyordum. Uçağım geldi ve büyük bir mutlulukla yerime oturdum, tabii ki cam kenarındaydım. Yoksa uçakta uçmanın ne anlamı kalırdı ki?
Altı saat sonra uçağımız iniş yaptı. Çok yorgun hissediyordum ama gezeceğim yerleri düşününce bir anda keyfim yerine geldi. Hemen otelime yerleştim, biraz dinlenip dışarı çıktım. Tek başıma olmam beni biraz korkutuyordu ama önemli değildi. Sonuçta en fazla ne olabilirdi ki?
Zaman çok hızlı geçti. Sanki bir hafta değil, bir günmüş gibi hissettirdi. Seyahat dönüşü o kadar yorgundum ki hiçbir şey yapmamaya kararlıydım. Bir ara yerimden kalktım ve bavulumu boşaltmaya niyetlendim. İşte o anda telefonum çaldı. Sabahın yedi buçuğunda beni kim arasın ki? Göz ucuyla telefonuma baktım, annemin aradığını gördüm. Şaşırmıştım, telefonu elime alıp açtım. Annem, titrek bir sesle “Ablanı hastaneye götürüyoruz. Aniden bayıldı, sen seyahattesin diye söylemek istemedik ama ablana kanser teşhisi konuldu. Normalde bugün kemoterapi başlayacaklardı fakat bir anda bayıldı, ne olduğunu bilmiyoruz. Çabuk gel.”Aldığım bu ani haber karşısında bir süreliğine donakaldım. Kafam allak bullak olmuştu. Ablamın kanser olduğuna mı şaşırsam yoksa ben seyahatte olduğum için söylemediklerine mi üzülsem bilmiyordum. Işık hızıyla evden çıktım, arabama atlayıp hastaneye sürdüm. Vardığımda annem ve babam oturmuş bekliyorlardı. Babamın yüzü bembeyaz olmuştu, anneminse kıpkırmızı. Kendi yüzümü göremiyordum ama muhtemelen ben de pek iyi görünmüyordum.
Doktor, yoğun bakım ünitesinden dışarıya çıktı. Kafası aşağıya doğru eğikti, üzgün bir ifadesi vardı. Bu ifadenin anlamını biliyordum. İyi bir haber vermeyecekti. Ben tam bunları düşünürken konuşmaya başladı: “Kızınız, kalp krizi geçirirken bayılmış. Hızlıca fark edip hastaneye getirmeniz büyük bir avantajdı. Maalesef elimizden gelen her şeyi yaptık lakin geri döndüremedik. Çok üzgünüm. Başınız sağ olsun.” dedi. Sonra tekrar içeriye girdi ve kapıyı kapattı. Hayatımda hiç duymadığım kadar ağır sözlerdi bunlar. Ne yapacağımı bilmiyordum. Çaresizce oturdum ve gözlerimi kapattım. Keşke hepsi bir kabus olsaydı.