Geçen gün okuldayken öğretmenimiz bize yeni bir gezegenin keşif edildiğini ve bu gezegeni görmek isteyen 5 gönüllü kişiyi o gezene götüreceklerini söyledi. Her şeye meraklı olan ben, eve gider gitmez NASA’nın sayfasına girerek o 5 kişiden biri olmak için başvuru yaptım. Bir iki hafta sonra NASA’dan geri dönüş geldi ve…. SEÇİLMİŞİM!! Şimdi sadece bavul hazırlamam lazım…
NASA merkeze geldiğimizde ilk dikkatimi çeken şey her şeyin ne kadar beyaz olup çok düzenli görünmesiydi, sanki birisi içeriye tonlarca beyaz boya dökmüş ve bu boya istilasından kurtulabilen bir eşya bile yokmuş gibi. Duvarlarda daha önce uzaya çıkmış astronotlar vardı. Girişten sağa dönünce roket mühendisliği bölümü vardı. Girişin sol tarafında ise orada çalışanlar için kafe vardı. Tam karşımızda ise kocaman ve sanki sonsuzluğa kadar gidiyormuş gibi görünen bir koridor vardı. Bize bugün yardım edecek mentörümüz, bizi roket mühendisliği tarafına yönlendirdi. Roket mühendisliğinin içi kocamandı, yapımına yeni başlanmış bir beyaz roket vardı. Tam onun karşısında ayrı bir roket vardı ve roketin rengi maviydi ve tamamlanmaya çok yakın gibi görünüyordu. Etrafta üstün sayıda bilgisayar vardı hepsinin ekranında ayrı şeyler vardı. Bazılarında 3D modellenen roketler, roket kodlaması, hangi astronota hangi görev verilmeli diye bir anket ve benim anlayamadığım fazla sayıda sayılar… Mentörümüz bize etrafı gezdirdikten sonra bizi mavi ışıklarla aydınlatılmış bir koridora yönlendirdi. Koridorun duvarlarında NASA’nın yakın zamanda çektiği gezegen fotoğrafları vardı, acaba bizim gideceğimiz gezegenin fotoğrafı burada var mıydı?
Koridorun sonuna geldiğimizde bir kapı vardı, kapı metalden yapılmıştı ve okulda gördüğümüz yangın çıkış kapılarına benziyordu. Mentör kapıyı açtığında yüzüme sıcak bir hava esti. Gözlerimi açtığımda önümde olana inanamadım. 50 metre uzunluğunda, cırtlak pembe, uzay gemisinin başı parlak pembe simle kaplanmıştı. Bize bakan tarafın sağ altında ‘’ İnsanın Özgürlüğünü Uzay Bile Kısıtlayamaz’’ yazıyordu, bu yazıyı cırtlak bir yeşille yazmışlardı. Uzay aracının sol alt kısmında ise ‘’ Seni Durdurabilecek Tek Şey Sensin’’ yazıyordu bunu yazıyı da aynı diğer yazı gibi parlak bir yeşille yazmışlardı. Biraz daha roketin dışını inceledikten sonra sonunda içeri girdik ve hayatımda gördüğüm en güzel roket içi olabilirdi, insanların sosyal medyada bu roket hakkında yazdıklarıyla gerçek halinin arasında hiç benzerlik yoktu. İç kısmı bembeyazdı, yerlerden tutun tavana kadar. Girişin hemen sağında parlak mor bir koltuk vardı ve bize söylendiğine göre kalkış sırasında herkes orada oturacakmış. Uzay mekiğinin arka tarafında büyük bir mutfak vardı. Mutfağın içinde her şey vardı, sanki 5 katlı bir villadaymışız gibi. Mutfağın tam karşısında büyük bir lavabo, lavabonun içinde ise devasa bir duş, en yeni model elektronik tuvalet ve güneş panellerinden enerji alarak çalışsan bir musluk vardı. Ne yazık ki uzay mekiğinin içi göründüğü kadar geniş değildi. Tam da mutfağa bir su almak için girecektim ki mentörümüz yerlerimize geçmemiz gerektiğini, kalkışın birazdan gerçekleşeceğini belirtti.
Günümüzde uzay teknolojisi çok geliştiği için bu keşif edilmemiş gezegene gelmemiz 2.30 saat sürüdü, ben yolculuğun tamamında uyuduğum için zaman benim için daha da hızlı geçti. Gezegene geldiğimizde mentörümüz bizim için özel hazırlanan uzay takımlarımızı bir parkenin altından çıkarttı. Herkesin takımı kendisine göre özel tasarlanmıştı, arkalarında ismimiz ve soy ismimiz yazıyordu. Aynı zamanda katılmak için doldurduğumuz anketten bizi anlatan birkaç yama parçası vardı. Benim uzay takımımda büyük ve parlak renklerle ismim yazıyordu ve ismimin etrafında bir köpek yaması, bir kitap yaması ve ailemle olan fotoğrafların yaması vardı. Bu takımları Dünya’ya geri geldiğimizde bize vermeyeceklerini söylediler ve bu olay beni üzdü. Gezegende roketimiz gibi pembeydi. Dışında cırtlak pembe bir çember vardı ve içinde pembe ve mordan oluşan bir bulut vardı, bulutun altında ise herkesin görmek istediği gezegenimiz vardı. Takımlarımızı giydikten sonra hepimiz bir balon gibi şişmiş görünüyorduk. Mentörümüzün yardımıyla herkes gezegene ayak basabildi. Gezegen aynı bir masaldan çıkmışa benziyordu; pembe bulutlar, yeşil zemin, sarı sokak lambaları, değişik üçgen şekilli evler ve son olarak köpek ve ördek karışımı hayvanlar dolaşıyordu. Hayatımda gördüğüm en garip ama aynı yazmanda en güzel yerdi. Kasabada gezmeye başladığımda ilk fark ettiğim şey her yerde ‘’ DİKKAT! METEOR VE ASİT YAĞMURU YAKLAŞIYOR’’ tabelaları vardı. Acaba biz buradayken asit ve meteor yağmuru yağar mıydı? Fark ettiğim başka bir şey ise hiçbir evin ışığı açık değildi. Belki de bu kasabada hiç insanımsı bir canlı yaşamıyor, sadece ördek ve köpek karışımı olan hayvanlar yaşıyordur diye düşünmüştüm. Pembe bulutların ve sarı lambaların yaptığı ışık adeta büyüleyiciydi. Etrafta eflatun rengi laleler vardı. Ortamın atmosferine çok uyumluydular. Tam geri dönerken bir anda karşıma bir insan (?) çıktı.
Kendisinin ten rengi açık bir turuncu, gözleri ise turkuaz rengindeydi. Saçı yoktu ama çok ince bir tabaka sarı tüy vardı. Banasanki daha önceden tanışıyormuşuz gibi bakıyordu. Onunla hemen tanışmak istedim, tam merhaba diyecekken mentörümüz bizi uzay gemisine binmemiz için çağırdı. İçimden ‘’senle daha sonra konuşmak için geleceğim’’ dedim. Uzay gemisine geri bindiğimde içimden bir şey geri gitmem gerektiğini söylüyordu ama çıkmadım. Uzay takımımı çıkartıp mor koltuğa oturdum ve gözlerimi kapattım.
Birinin beni dürtmesi ile uyandım ve bir baktım ki Dünya’mıza geri gelmişiz. Geri döndüğümüze mutlu olmuştum ama aklımın bir köşesinde hala o canlı vardı.
Eve giderken tek düşündüğüm şey o olmuştu. Onu tekrar görmemlazımdı, onu ne zaman göreceğimibilmiyordum, belki de NASA ne zaman yeni bir gezegen bulursa.