Hayatımda her zaman sadeliği sevmişimdir. Bazı insanlar vardır ki hep daha karmaşık, süslü püslü şeyleri sever. Bir kişiye hediye aldığımızda hediye paketi yapılmasını isteriz sonra hediyenin kurdele ile sarılmasını ve bu yetmezmiş gibi üstüne süs koyulmasını isteriz. Dahası, dahası ve dahası… Hayatımız sanki bunun üstüne kurulmuş. Çalışma pozisyonu iyi olan bir insanın sırf maaşının iki katına çıkmasını istediği için deliler gibi çalışması ve terfi aldığında mutluluğa kavuşması bence anlamsızdır. Evet, maaşı yükseldi ama buna oranla çalışma saatleri de arttı. Bu kişinin ailesinin olduğunu düşündüğümüzde ise vaktinin çoğunu işiyle geçirdiği için ailesiyle birlikte olma vakti azalacaktır. Maaşı iki katına çıkmadan önce eğer para sıkıntısı çekiyorsa haklıdır ama bazıları vardır ki terfi olmadan önce aldığı parayla gayet rahat yaşar ve sırf dahası için kendini bu durumlara sokmak ister .Muhtemelen fazla kalan para da , onu daha fazla şey almaya teşvik edecektir .
Büyüklerimiz hep şunu der : Biz sizin yaşınızda dışarıda arkadaşlarımızla oyun oynamak için eve hiç girmezdik ama siz bizim tersimize dışarı çıkmak yerine evde oturmayı tercih ediyorsunuz. ” Bunu söylemeye hakları var çünkü durum tamda böyle. Eskiden insanların oturduğu evler tek katlı yeşilliklerin içinde olan bir yerdeydi, bizim gibi binanın dış görünüşü ya da içiyle ilgili istekleri olmazdı , insanlarla beraber olmak onlar için önem taşıyordu. Bizde ise bir ev aldığımızda, ki bu evlerin çoğunlukla yeşillik alanları olmuyor onun yerine evin içinin ve dışının lüks olmasına bakıyoruz. Mutfakta kullanılan ankastre ,yerlerde kullanılan taşlar veya dışarıda olan yüzme havuzu gibi. Ve bu lüks merakı insanları birbirinden koparıyor .Apartmanların isimlendirilmesi ise sonu yokmuş gibi devam eden A blok , B blok , C blok diye gidiyor ve kimse kendi apartmanındaki insanları geçtim; kendi katındaki insanları bile tanımıyor. Komşuluk denen şey ise çoktan ölmüş durumda. Günümüzde olan tek şey : Asansöre bindiğimizde gördüğümüz kişiye günaydın ya da iyi akşamlar demek. Komşu komşunun külüne muhtaçtır atasözü ise geçmişte kaldı. Acil işi çıkan bir annenin çocuğunu yan komşusuna bırakması o zaman için doğaldı çünkü insanlar arası güven bağı kuvvetliydi. Ama şimdi yanımızdaki dairede oturan kişinin nasıl bir insan olduğunu bilmediğimiz için , o kişiye çocuğunuzu emanet etmek mantıklı gelmeyecektir. Çünkü tanımıyorsunuz ve tanımadığınız için güvenmiyorsunuz.
Büyükler bu durumdayken küçükler ne yapsın ki ? Okuldan eve geldiklerinde internete dalıyorlar , o apartmanda başka çocukların olup olmadığından habersiz ; şayet bilseler bile sanki çocuklar için oynayacak yeşil alan mevcut. Her yer beton, çocuklar bisiklet sürmek isteseler bile her tarafta arabalar olduğu için bu onlar için tehlike oluşturacaktır.Bu nedenledir ki telefonla, bilgisayarla ya da tabletle vakit geçirmektedirler. Aileleri her ne kadar kızsa da çocuklar için yapacak fazla bir alternatif yoktur.
” Of annem de evden üç saat önce çıktı ama hala gelmedi halbuki bir saate dönerim demişti , acaba bir şey mi oldu? ” diye eskiden insanlar birbirlerini merak ederlerdi. Tabii telefon da olmadığı için içlerini kurt kemirerek beklemekteydiler. Birbirlerini özledikleri zaman çat kapı misafirliğe gidilirdi ; bir deyim vardır eteğindeki taşları dökmek diye aynen bunu yaparlardı . Saatlerce konuşulur, konudan konuya geçilirdi. Ama artık devir değişti ve birbirimizi merak etmemeye başladık çünkü her insanın her an ne yaptığından facebook , instagram , snapchat sayesinde bilebiliyoruz.
Şu ana kadar anlattığım her şey insanın her geçen gün yalnızlığa doğru yol aldığını göstermektedir. Biz hayatımızdan insanlarla birlikte olma düşüncesini çıkarttık onun yerine ise , o boşluğu dolduracak başka şeylere yöneldik : lüks , internet , para … Çağımız değiştiği için hayatımızda da tabii ki değişiklikler olacaktır. Ama önemli olan bu değişimlere rağmen insanlarla iletişimimizi korumak , eski değerlerimize sahip çıkmaktır.