Hayat önümüze serilidir aslında, tek yapmanız gereken bir süreliğine ana karakter rolüne girip belirli olaylardan kendinizce çıkmaktır. Düz bir yol ne kadar zor olabilir ki? Yol belli, akış belli, karakter kadrosu belli… İlahi mükemmeliyet bile duruma karışmış halde, o zaman neden sürekli söyleniyoruz? Veya daha dürüstçe, neden sürekli söyleniyorum?
Hayat tabi ki inişleri ve çıkışları ile karşımıza çıkar. Kör evrenin iki boyutlu görüşünde bu dalgalanmalar hiçbir şey ifade etmez. Bir ipi ne kadar dalgalandırırsan dalgalandır üstten bakıldığında dümdüz bir ip gibi görünür. Evren de hepimize tepeden bakar, sessizce yargılar ve izler. Yolu kolaylaştırmaz veya zorlaştırmaz ama insanın kendi kendine çabalamasına, çoğu zaman da ezilmesine zaten kör olan gözlerini yumar. Bunu keyif alarak izlemez tabi, o kadar ‘’ulu’’ bir perspektifle bakıldığında her şey kaotik bir nötrlük halinde yaşanıyor. Sürekli trajik şeyler gerçekleşiyor, her gün bir başka insan hayatının en mutlu gününü yaşıyor, birileri ölürken diğerleri doğuyor. Evren de genelde sadece onaylıyor ve kaotik nötral dünyada bizi yalnızmış gibi hissettiriyor.
Herkesin kaotik dünyası, şartları ve olagelmişlikleri farklı. Bambaşka sınavlar üzerinden not alıyoruz. Bunda adaletsiz hiçbir şey yok, çünkü ilahi adalet diye bir kavram var. Sonuç olarak evrenin işleyişini durdurabilecek, onu sarsabilecek hiçbir şey henüz yok. Lakin, bir şekilde biz her gün biraz daha sıkılıyoruz, biraz daha vazgeçiyoruz. Bu duruma bizi iten evren olmadığına göre ne?
İnsan cevaplara sadece yeterince soru sorarak ulaşabilir, soruların miktarının itici olduğu raddeye gelindiğinde alınır en dürüst cevaplar. Kendimi de böyle gaddarca bir sorguya tabii tuttum. Ulaştığım sonuçsa her şeyin benim yüzümden veya benim sayemde olduğu. Ben bir noktaya kadar söz sahibiyim, o noktadan sonrasını dini figürlere ve evrene bırakabilirim. Zaten benim etkili olabileceğim miktar bana yeter de artar. Minik insan minik etkileriyle övünebilir. Aynı şekilde minik yıkımlarına da kahrolur. Hayatımda en büyük etkiye ben sahibim, benim görüşlerim hayatla alakalı, hayata ait olan şeyleri eritip milyarlarca kez yeniden şekillendirme yeteneğine sahip. Bu yüzden karşılaştığım çoğu sorun, öyle ya da böyle bir şekilde benim indüklediğim şeylere evrenin cevabı.
Önüme en çok çıkan kırmızı ışık da böylece tek bir şey olabilir: Ben. Kendimi kısıtlayıp duruyorum çünkü korkuyorum. Gelecekten korkuyorum, sorumluluklarımdan korkuyorum ve kendime belki de içten içe komplolar kuruyorum. Benim belki farkında bile olmadığım bu komploları evrenin kör gözleri her nasılsa hemen yakalıyor ve gerçekleşmeleri için uğraşıyor. Evreni suçlayamam, sonuçta ben inandığım anda komplolar hayat buluyor ve yine her şeyi ben indüklemiş oluyorum. Milyon seçeneğim varsa bunlardan bir elin parmaklarını bile geçmeyecek bir miktarını görebiliyorum ve elenen seçeneklerden haberim bile olmuyor, kendi önüme bariyer koyuyorum ama koyduğumdan haberim bile yok. Kendimi seveyim derken kendimi sabote ediyorum. Kendimden daha ala bir kırmızı ışık hayal edemem. Hiç düşünmeden dediğim ‘’hayır’’lar bir dağ olduğunda, kendi rüzgarımın cereyanıyla kapattığım kapılar çoğunluk olduğunda anlıyorum ki hiçbir şey beni kendi varlığım kadar etkilemiyor.