Her insanın hayalleri, beklentileri vardır hayattan. Tüm hayatı boyunca hedeflerine ulaşmak ister insan. Çalışır, didinir bazen yorulur pes eder ama devamlı olarak o hedefe odaklıdır. Hedefine ulaşmak için gecesini gündüz eder bazen fakat yine de istediği yerlere gelemeyince bir hüzün kaplar içini. Emeğin hüznüdür bu, harcanan zamana duyulan hüzündür bu, istemek ama elde edememenin hüznüdür bu. Peki bu hüzün tek başına acıyı hafifletmeye yeter mi? İstenenler neden gerçekleştirilemedi, engel olan neydi gibi sorular aklı kurcalar. İşte acıyı hafifleten de bana kalırsa burada gizlidir.
Hayat boyu birbirinden farklı önemde farklı hedefler koyarız önümüze. Dünya çapında yapılan bir araştırmaya göre bireyler bu hedeflerinin ancak %48,3 kısmına ulaşabiliyorlar. Peki nerde hata yapılıyor da hedefler gerçekleşmiyor? Ulaşılamayacak hedefler koymak ve her şeyi başarabileceğine sonsuz inanmak bence hatanın kaynağını oluşturuyor.
Ulaşılamayacak hedeflere insanı yönelten bazen ailesi bazen çevresindekilerdir. Çevreden aldığımız destekle kendimizi her şeyi yapabileceğimize inandırıyoruz. Çalışarak, uğraşarak olduğumuzun üstünde başarılar elde etmeyi düşlüyoruz fakat sonuç istenildiği gibi olmuyor. Çünkü başımıza gelen birçok olay bizim kontrolümüz dışında gerçekleşiyor. Hayata başlayışımız da bile bizim etkimiz yoktur. Ne zaman, nasıl sonlanacağını bilmediğimiz bir yolda gitmekteyiz. Âşık Veysel’in sözleri geldi aklıma “İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece“ İki kapılı han yani doğum kapısı, ölüm kapısı. Bu iki kapı arasında bize düşen istemek, gerçekleştirmeye çalışmak için çabalamak. İşte sadece bu kadar… Fernando Pessoa ‘nın da buna benzer bir sözü var: “İstemeden varım ve istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasındaki boşluğum.” Bence mükemmel bir özet. İnsanın ne kadar zavallı ve çaresiz olduğunu söylüyor, ayrıca insana biraz da yetersizlik duygusunu hissettiriyor. Kendi hayallerimizin bile bize ait olmadığını vurguluyor. Toplumun, çevrenin insan üzerindeki etkisinin ne denli korkunç olduğundan bahsediyor.
Yetersizlik hissi… Belirli bir süre yaşadıktan sonra ancak anlamlandırabildiğimiz yetersizlik hissi… Koyduğumuz büyük hedeflere ulaşamayınca, olmak istediğimiz insan olamayınca, istediğimiz mesleği yapamayınca ve kendi hayatına etkinin sıfıra yakın olduğunu anlayınca gelen yetersizlik hissi…Pessoa bu hisse “boşluk” demiş, ben de “yetersizlik” diyorum.
İnsan sandığının aksine çok da güçlü bir yaratık değildir. Bireylerin kendi hayatını kontrol etme becerisi istedikleri düzeyde gelişmiş değildir. Kontrol edemediğimiz bir dünyada kontrol edebiliyormuşuz gibi yaşıyoruz. Hayat getirir karşımıza biz de bunları boyun eğeriz. Bir bakıma rüzgarda savrulan yapraktan farkımız yoktur aslında. Savruluruz, tutunmaya çalışırız her birimiz kendi boşluklarımızda. Kendi hayatımızın seyircileriyiz bir bakıma. “Çalış, çabala ama seyret ve fazla anlam yükleme.” Bu da benim yaşama dair özetim.