Kanadalı Astrofizikçi Hubert Reeves, “Doğayla savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak, kaybedeceğiz” der. Doğa ile insan arasındaki ilişki tarih öncesi çağlardan günümüze kadar süre gelir. Dünya nüfusunun hızla arttığı, kaynakların hızla tükendiği günümüzde doğa ile insan arasındaki ilişki fazlasıyla önem kazanmıştır. Doğa ile insan arasındaki ilişkide denge çok önemlidir. İnsanların tüketim alışkanlıklarındaki değişiklikler, dünya nüfusunun hızla artışı, yer altı ve yer üstü kaynakların hızla tüketilmesi denge kurmanın ne kadar da zor olduğunun bir göstergesidir.
İnsanlar hayatta kalma, beslenme, barınma gibi ihtiyaçlarını karşılayabilmek için doğada var olan kaynakları kullanırlar. İnsanların ihtiyaçları sınırsız, kaynaklar ise sınırlıdır. Sınırlı kaynakları sınırsız bir biçimde kullanmak, her şeyimizin tükenmesine yol açmaktadır. Yılda üretilen 3.9 milyar ton yiyeceğin 1.3 milyar tonu israf edilmektedir. Dünyada şişmanlık sorunu bir taraftan artarken, diğer tarafta yetersiz beslenen 800 milyon kişi vardır. Her gün sekiz kişiden biri aç yatmaktadır. Oysa ki; 1.3 milyar ton israf edilen gıdayla, yetersiz beslenen 800 milyon kişinin dört katı kadar insan rahatça doyurulabilir.
Çevremizdeki kaynaklar yavaş yavaş azaldığı için yok olan şeylerin çoğu zaman farkına bile varmayabiliriz. Her gün karnımız tok olarak yatağa yattığımız için açlıktan ölen kişiler aklımıza gelmeyebilir. Bunlar olabilir fakat böyle devam ederse kendi elimizle sonumuzu hazırlayacağımız kesin. Çünkü tarih bunun çok acı örnekleriyle doludur.
En güzel örneklerden biri Paskalya Adası sakinlerine aittir. MS 900 ile MS 1600 yılları arasında Şili’nin bir hayli uzağında bulunan bu bölgede tahminlere göre 15.000 civarı kişi yaşamaktaymış. Tarihler 5 Nisan 1722’yi gösterdiğinde Jacob Roggeveen isimli bir kaşif bu adayı keşfetmiş ve hayretler içinde kalmış. Çünkü adada sırtı denize dönük yüzlerce devasa taş heykel ve platform bulunmaktaymış. İşin ilginç yanı ise, adada bodur otlardan ve böceklerden başka hiçbir canlı yokmuş. Uzunlukları 9 metreyi, ağırlıkları 75 tonu bulan bu devasa heykeller nasıl olur da buraya dikilebilir diye bilim adamları araştırma yapmak için adaya akın etmişler. Botanikçilerin, jeologların, arkeologların uzun araştırmaları sonucu karşılaşılan manzaranın nedeni aslında çok da bilindik çıkmış. Bu bölgede yaşayan halk ormanları bilinçsizce yok etmiş. Hatta ormanları bırakın, yapılan kazılarda bölgede en az 30 kuş türünün yaşadığı, fakat bunların hiçbirinin günümüze ulaşmadığı, besinsiz kalan farelerin ağaç kabuklarını yediği ve bundan dolayı ağaçların filizlenemediği, bir süre sonra yerli halkın yiyecek yemek bulamadığından, ölü fareleri yemek zorunda kaldığı da edinilen bilgiler arasındaymış. Tüm bunların sonucunda çok büyük bir topluluk “bilinçsizlikleri yüzünden” yeryüzünden tamamen silinmiştir. Üstelik bu örneklerden sadece biridir. Birçok toplumun yok oluşu çevresel koşullar nedeniyle olmuştur.
İnsanların doğaya karşı verdiği amansız savaş akıl almaz boyutlardadır. Amerikalı bilim uzmanı Jonas Salk, “Eğer bütün böcekler dünyadan yok olacak olsaydı 50 yıl içerisinde dünyada hayat sona ererdi. Eğer insanoğlu dünyadan yok olsaydı 50 yıl içerisinde bütün yaşam kendini yeniler ve geliştirirdi.” der. Böcek kadar önemimizin olmadığı bu dünyada krallar gibi yaşama arzusu bizi kötü bir sona götürecek gibi durmaktadır. Hatta dünyaya sığamayıp, Mars”ı da tüketmeye çalışacağız gibi gözüküyor. Mars”ta hayat arayacağımıza keşke buradaki hayatı iyileştirmek için çabalasak.
İnsan yaşadığı çevrenin bir parçasıdır ve çevreyle bir bütündür. İnsanın sağlığı, mutluluğu ve huzuru ancak çevrenin korunması ve sürdürülebilirliği ile mümkündür.
KULLANILAN KAYNAKLAR:
1.https://www.setav.org/doga-ile-savastayiz-kaybetmeliyiz/
2. https://medium.com/t%C3%BCrkiye/t%C3%BCketin-toplumu-cd0c92c93567