Evden çıkarken yüzsüz kuzenime söyleniyordum. Çalışarak kirasını ödediğim evde bir kuruş vermeden kalıyor üstüne bir de para istiyordu. Çocuk desen değil eli ayağı tutmuyor desen o da değil. Asansöre bindiğimde o duyamasa da hâlâ kulaklarını çınlatıyordum. Bina kapısının aynalı yüzeyine bakarak kendime çeki düzen verip dışarı çıktım ve nefes verdiğimde oluşan buhara gülümsedim. Birkaç saniyelik sevincimin ardından her zamanki olumsuz ve somurtkan halime dönmüştüm, nedeni bilinmez benim için hep böyle derler.
Arabayı sürerken kuzenime bir güzel çarpıp geçtiğimi hayal etmiyor değildim. Dümdüz oluşunu izledikçe, kemiklerinin parçalanan sesini duydukça zevk alacağımı inkar etmeyeceğim. Tam o anda önüme atlayan bir köpek içimdeki tek sevgi damlasını kalbime damlatmıştı ve bununla birlikte kollarım sıkıca sarıldığım direksiyonu sola doğru savurdu. Köpeğin kurtuluşu içimi ısıtırken ölüme gidiyor olmak rahatsız ediciydi, her iyiliğin sonucu zarar görmek miydi? Arabanın içinde savrulurken zihnime sızan son düşünce ise kuzenimin ben olmadan yaşamına devam etmek zorunda kalmasının beni kötü kadın kahkahası atmaya zorlamasıydı.
Diz kapaklarımın arkasında ve sırtımda hissettiğim ellerle uyandım. Uyandım uyanmasına da neden etraf karanlık? ‘’Kör oldum.’’ diye haykırırken beni taşıyan kişi, birinin beni taşıdığını varsayıyorum, durdu, beni yere indirdi ve kafamdaki şeyi çıkardı. Sanırım kör olmamışım, şimdiyse yeni sorularım vardı. ‘’Bu kafamdaki torba da neyin nesi, siz kimsiniz, bir saniye asıl benim ellerim neden bağlı?’’ Sesimin şiddetti iyice artarken karşımdaki adam gevşek bir şekilde sırıtıp kulağını, ”Bir sus be, kulağım kanadı” dercesine tuttu sonraysa bir bantla sesimi kesti. Kaçırılmış mıydım? Oturtulduğum sandalyeye bağlanmam evrenin bana ‘evet’ deme şekliydi.
Yelkovanla akrep birbirini kovalıyordu, yelkovan akrebe 3. kez yetişmişti. Bileklerimdeki düğümün ise yarısı bile çözülmemişti. Ortalık sakindi,iplerden kurtulsam kaçıp kurtulacakmışım gibi. Biraz daha uğraşın sonunda bileklerimdeki ipi çözebilmiştim. Moraran bileklerimi filmlerdeki gibi ovuşturup dramatik bir bakış attım ve bacaklarımdaki ipleri çözmeye başladım. Onları da çıkarıp attığımda bulunduğum odaya açılan, ve bu odanın aksine aydınlık olduğunu düşündüğüm koridordan sesler gelmeye başlamıştı. Siyah takım elbiseli, silahlı ve iri iki adam göründüğünde ellerimde beliren bıçakları onlara fırlattım. Koşarak binadan çıkıp kendi daireme vardığımda her şey mantıksızlaşmıştı. Bir anda üzerimde parti kıyafetleri ve -yapay olduğunu umduğum- kürk mont olduğunu fark ettim. Sonunda aklımı da yitiriyorum daha kötüsü olamazdı. Anahtarı cebimde ararken olanları düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Kapıyı açtığımda ise daha büyük bir sürpriz! Kendi evimde tanımadığım birden fazla yüz. Evet her zaman daha kötüsü olabiliyormuş. Kuzenimin birkaç arkadaşını gördüm, aklı sıra ben yokken parti veriyordu. ‘’Seni öldüreceğim.’’ diye bağırırken kendi sesimin bulandığını hissettim. Kulaklarım yeni açılıyormuş gibiydi. Gözlerim irice açılırken bayağı sersemlemiştim. Karşımda beyaz bir tavan sağımda doktorlar vardı. Ne yani kazadan sonrası rüya mıydı?