Hayat, bazen bir kayıp gibidir. Geriye dönüp baktığımızda, bazı anlar, yapmadıklarımızla doludur. Söyleyemediğimiz sözler, yapmadığımız seçimler, korkularımız ve belirsizlikler… Bu boşluklar, zamanla içimizde bir hüzne, bir eksikliğe dönüşür. Ne zaman kaybolan bir fırsatı düşünsem, aklımda en çok iz bırakacak olan şey, söylenmemiş sözler olur. Çünkü o sözler, bir zamanlar çok ihtiyacımız olduğu bir anın parçasıdır.
Belki de en çok özlediğimiz, o anı geçmişe taşımaya çalışırken, bir türlü kendimize fırsat veremediğimiz, ifade edemediğimiz duygulardır. Bir fırsat kaybolduğunda, başlangıçta bir boşluk hissi yaşanır. Ama zamanla, bu boşluk, kaybolan fırsatla birlikte, içimizde bir iz bırakır. O iz, bir çiçeğin solgun rengi gibi, ne kadar dikkat etsek de kaybolmaz. Hatta bazen ne kadar uzaklaşsak da, bir şekilde hatırlatılır bize. Bir cümle, bir eski fotoğraf… Her bir parça, o kayıp fırsatın yarattığı boşluğu doldurmak için çabalar ama bir türlü eksik olanı tamamlayamaz.
Bu eksiklik, bazen bir kelimeye dönüşür; söylenmesi gereken ama dilimize gelmeyen bir söze, bazen de gözlerimize, yüzümüze, bakışlarımıza yansıyan bir duygusal yüke. Söylenmemiş sözler, yaşamın zayıf halkalarıdır. Bir anın içindeki duyguları dışa vuramadığımızda, zamanla onları içimizde büyütürüz. Birine hissettiğimiz şeyleri, o anı doğru şekilde aktarabilmek için cesaretimiz olmadığında, o hisler zamanla daha karışık bir hale gelir. “Keşke” dediğimiz her şey, aslında kaybolan bir fırsatın ardından geriye kalan bir yankıdır…