Bir gün, arkadaşlarım ve ben, daha önce hiç denemediğimiz bir maceraya atılmaya karar verdik. Uzun uzadıya tartışmalar sonucunda, kamp yapmaya karar kıldık. Kamp gününden bir gün önce, gerekli tüm alışverişi tamamladık. Ve nihayet, kamp günü geldiğinde, aramızda görevler paylaştırıldı. Hasan çadırları kuracak, Aysel yemekleri hazırlayıp eşyaları düzene sokacak, Bora ateşi yakacak, Gökçe ise arabadan eksikleri tamamlayacak, ben de odun toplama görevini üstlendim. Ormanın derinliklerindeki odunları toplamak düşündüğümden daha korkutucu olsa da hem bu korkumu yenmek hem de keyifli bir kamp geçirmek adına görevi kabul ettim.
Odun toplamaya başladığımda, ne kadar toplamam gerektiği konusunda bir fikrim olmadığı için şarkı söyleyerek yürümeye koyuldum. Ormanın huzurlu ve temiz havası beni adeta büyüledi. Sepetim dolup taşınca büyük bir gülümsemeyle geri dönmek üzereydim ki yüzümdeki tebessüm yerini bir anda endişeye bıraktı. Çünkü etrafımda sadece ağaçları görebiliyor, nerede olduğumu anlayamıyordum. Kaybolduğumu fark ettiğimde başım dönmeye, ağrımaya başladı ve sallanarak yürümeye başladım, bir yere varacağımı umarak.
Yürürken açlığımı hissetmeye başladım ve “Ne çabuk,” diye düşündüm. Tam o sırada, önümde bir elma ağacı belirdi. Açlığımın etkisiyle, zehirli olup olmadığını düşünmeden bir elmayı ısırdım. Elmayı bitirdiğimde kendimi daha iyi hissediyordum. Bir süre sonra, Gökçe’nin sesini duydum, arkadaşlarımı çağırıyordu. İçimdeki umut yeniden alevlendi ve “Buradayım! Tam burada!” diye seslendim. Sesimin geldiği yöne doğru ilerledim ve Gökçe’yi buldum. Ancak o da ne, Gökçe kamp alanında ya da arabanın yanında değil, o da kaybolmuştu.
Bir ağacın altına oturup durumu tartıştık. Gökçe, arabadan eşya alırken korkunç bir ses duyduğunu ve koşmaya başladığını anlattı. Sonra kaybolduğunu fark etmiş. İkimiz de korkmuştuk ama en azından birbirimizi bulmuştuk; yalnız değildik. Son gücümüzle, çıkış yolunu hatırlamaya çalıştık. Ve nihayet, Gökçe “Buldum! Bu taraftan, evet evet sağdan!” diye bağırdı. Onun bu bağırışıyla, benim de hafızam yerine geldi. Hızla ayağa kalkıp Gökçe’nin işaret ettiği yöne doğru koşmaya başladık.
Sonunda Hasan’ı bulduk ve “Neyse ki sen de kayıp değilmişsin.” dedim. Gökçe’nin kıkırdaması ve Hasan’ın şaşkın bakışları arasında, başımızdan geçen macerayı akşam kamp ateşi başında anlatmak üzere sakladık. Ve böylece, unutulmaz bir kamp günü daha keyifli bir anıya dönüştü.