Kanadalı Astrofizikçi Hubert Reeves, “Doğayla savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak, kaybedeceğiz” der. Günümüzde çevre en dikkat çeken konularından küresel ısınma, korona virüsü, doğal afetler… Doğada gerçekleşen her olay hayatımızı etkiliyor bazıları uzun vadede etkileyeceği için görmezden geliyoruz ancak nesillerdir olan doğa olaylarına karşı doğanın verdiği tepki bize geri dönüşün artık çok da uzun vadeli olmadığının bir hatırlatmasıdır. Çevreyle bir savaş haline girdik çünkü dünya kendini insanoğlunun bencilliğinden korumak istedi. Çevre olaylarının bizi bu kadar yakından etkilemesi yeni düzende güçlü bir şekilde konumlanmak isteyen ülkelerin üretim süreçlerine odaklanması, tüketici alışkanlıklarının kişiselleştirilmesi, toplu taşıma kullanımının azaltılması gibi senaryoları dikkate alarak insan ve doğa arasındaki dengenin yeniden düşünülmesi gerektiğini hatırlatır.
Bireylerin değişen tüketim alışkanlıkları, dünya nüfusunun hızla artması, yer altı ve hava kaynaklarının hızla tüketilmesi, doğa ile insan arasındaki etkileşimde bir denge kurmanın zor olduğunu gösterebilir. Ancak bu etkileşimde bireylerin tüketim alışkanlıklarındaki değişiklikler ve kaynakların uzun vadeli kullanımını destekleyen faaliyetlerle bir denge kurmak oldukça mümkündür. İnsanı çevrenin bir parçası olarak görmek ve çevreyi bir bütün olarak görmek çok önemlidir. İnsanların sağlığı, mutluluğu ve refahı ancak çevre koruma ve sürdürülebilirlik politikaları ile sağlanabilir. Çevre sağlığı ve insan sağlığı odaklı geliştirilen ekonomi ve sağlık politikaları daha sürdürülebilir olacaktır. Ayrıca üretim sürecinin ne kadar çevre dostu olduğu ve çevre koruma ve geliştirmenin devletler ve bireyler için öncelik olup olmadığı belirsizdir. Doğal afetlerin neden olduğu küresel ve ulusal ekonomik çalkantıyı plansız üretim süreçleriyle dengelemeye yönelik çalışmalar, ekonomik durgunluğu ortadan kaldıracak ve önümüzdeki yıllarda daha büyük çevre sorunlarını ortaya çıkaracaktır.
Çevremizdeki kaynaklar birer birer azaldığı için yok olan şeylerin o kadar da bilincinde olmayabiliriz. Jacob Roggeveen adlı bir kâşif bir adada yaşanan olaylar nedeniyle şaşkınlıklar arasında kalmıştır. Çünkü adada sırtı denize dönük yüzlerce dev gibi taş heykeller ve platformlar bulunmaktaymış. İşin ilgi çekici yanı ise, kâşif Jacob, adada otlardan ve böceklerden başka bir canlı bulamamış… Canlı eksikliğinin nedeni uzunlukları 9 metre, ağırlıkları 75 ton olan bu dev gibi heykeller mi diye bilim insanları aslında cevabını bildikleri için bir soru için adaya akın etmişler. Kaybolan ormanlık alanların dışında, meydana getirilen kazılarda bölgede minimum 30 kuş türünün yaşadığı, ama bunların hiçbirinin günümüze ulaşmadığı, besinsiz kalan farelerin ağaç kabuklarını yediği ve şu sebeple ağaçların filizlenemediği, bir müddet sonra yerli halkın yemek yiyecek bulamadığından, ölü fareleri yiyecek zorunda kalmış olduğu da edinilen bilgiler arasında.
Tüm bunların neticesinde fazlaca büyük bir topluluk “bilinçsizlikleri yüzünden” yeryüzünden tamamen silinmişler. Bu kadar yüklenmemize karşın dünyamızın bu denli uzun yaşaması bile bir mucize. Ancak bu kadar araştırmaya ve doğanın bize karşı olan bariz yardım çağrısına karşın insanoğlu hala mahvedilen çevre ve hayvan zincirlerinin onları nasıl etkileyeceğini umursamıyor. Böcek kadar ehemmiyetimizin olmadığı şu gezegende krallar benzer biçimde yaşama arzusu bizi sefaletle sonlanmış olan bir sona götürecek benzer biçimde duruyor. Eğer tüm böcekler dünyadan yok olacak olsaydı 50 sene içinde dünyada yaşam sona ererdi. Eğer insanlar dünyadan yok olsaydı 50 sene içinde tüm ömür kendini yeniler ve geliştirirdi.