Sessizlik. Her şeyi çevirip saran, yumuşak bir battaniye gibi soğuk ve ıssız gecelerin günün ilk ışıklarına karışmasını sağlayan, kulak verene usulca sabahın şarkılarını mırıldayan, takdir etmeyi bilmeyenleri sonsuzluğunda boğan acımasız yaratık. Ne zaman fark ettim senin varlığını? Dört köşe arasında yaratılıp aynı dört köşe arasında var olmaya devam ederken tek bildiğim sendin. Başka ne olabilirdi ki zaten? Sen olmasan ben de yoktum, dikkatli bir şekilde sıkıp karıştırdığın boyalar ve ince parmakların arasında rahatça oturan başka hiç kimsenin elinde bu kadar doğal görünme imkanı olmayan fırçaların… Bunlar yaşamamı mümkün kılan şeylerdi. Yalnız, sen buna yaşamak demezdin belki. Yaşamak için nefes almak, hareket etmek, yemek lazımdı değil mi? Fakat sen bunları yapıp yaşıyor muydun?
Küçük apartmanının en karaklık köşesinde kafanı tuvallere gömdüğünde kendini her zamandan daha canlı hissederdin. Beni bitidiğin gün tüm yüzündeki yorgunluk ifadesinin tam tersine gözlerindeki neşe bana bile umut vermişti. Her zamanki gibi yavaş adımlarla beni neredeyse süzülerek bütün odayı gören o köşeye astığında safça inanmıştım her şeyin daha iyi olacağına ancak o noktadan sonra daha da kötüleşmişti. Şaheserim diye övdüğün benden bile nefret ediyordun sanki. Neremde ne kusur varsa görüp dudaklarını büzer, gözlerini kısar, kaşlarını çatardın. Bu muydu yaşamak? Stresten saçlarını yolmaya başladığını fark edince iç çeke çeke çay yapmak için mutfağın yolunu tutardın. Elinde en sevdiğin kupanla her geri dönüşünde yüzünü aydınlatan huzur içimi sızlatırdı. Bunun dışında yaşamayı bilemedin belki de istemedin.
Sen bir kuyruklu yıldız gibi usulca kayıp gittin ben ise duvarın en üstündeki yerimde solup durdum. Bu boşluk senin sessizliğinden de beterdi. Sonra bi anda farklı bir yıldız parladı gökyüzünde. O senden farklıydı, bana baktıkça gözleri ışıldardı. O kadar parlaktı ki onu her gördüğümde eriyip gideceğim sanardım. Kendimi yeni bir odada bulmuştum; her tarafı sesle, sevgiyle, hayatla doluydu. Büyük camlarından giren güneş ışığı, temiz hava ile dalgalanan perde, çocukların bağırışmaları ve kuş seslerinin karışımının yardımıyla sonunda kendimi canlı hissetmiştim. Bazen tek istediğim senin de orada olabilmen, yaşamanın gerçekten ne kadar keyifli olduğunu görebilmendi. Belki de o sana öğretebilirdi. Belki o zaman sen de bana yakından bakıp onun gibi çatlaklarım üzerinde parmağını gezdirip bana sevgi dolu gözlerele bakabilirdin. Hayatını, yeteneklerini, yarattıklarını belki de kendini sevmeyi öğrenebilirdin.
Sanatın sanatçının gözündeki değeri ne kadar çalkantılıysa sanatseverin gözünde de o kadar yüksektir. Çünkü sanatçı ister istemez sanatına kendisinden bir parça katar. Tabloların aynalardan hiçbir farkı yoktur yaratanın gözünde. Ve ne olduğu önemli olmaksızın bir varlığı gerçekten seven bir kişi için kusurlar engel değil yalnızca sevmek için fazladan bir sebeptir.