Küçük kasabamızın dar sokaklarında, komşular arasındaki ilişkiler sık sık gergin olurdu. Benim kedim, Pırtık, bu gerginlikleri pek umursamazdı. Onun tek derdi güneşin altında uzanmak ve kuşları izlemekti. Ancak bir gün her şey değişti.
Komşumuz Ahmet Bey’le tartışmıştık. Nedenini hatırlamıyorum bile. Pırtık, Ahmet Bey’in kapısına doğru koştu. Ben de onu takip ettim. Kapıyı çaldım, ama kimse cevap vermedi. İçimde tuhaf bir his vardı. Kapı açıldığında, içeriden tuhaf bir koku geliyordu. Burnumda acı bir tat vardı.
Ahmet Bey’in evi her zaman karanlık ve sessizdi. Pırtık, kapının önünde miyavladı. İçeri girmek istiyordu ama ben onu tuttum. Kapının eşiğinde durduk. Gözlerimiz karanlıkta kayboldu. O an, içeriden bir şeyler duydum. Hafif bir fısıltı gibi. “Hoş geldin, Pırtık.”
Şaşkınlıkla içeri girdim. Ahmet Bey, koltuğunda oturuyordu. Gözleri kıpkırmızıydı. “Kedimle konuşuyor musun?” diye sordum. Ahmet Bey gülümsedi. “Evet, o benim dostum. Ama seninle de konuşabilirim.”
O an anladım. Ahmet Bey, kedilerle iletişim kurabilen biriydi. Pırtık, onunla konuşmuştu. Ama içerideki tuhaf koku neydi? Ahmet Bey, gözlerimi içine bakarak baktı. “Sırrı paylaşmak istemiyor musun?”
Ve o gün, kapının ötesindeki sırrı öğrendim. Ahmet Bey, kedilerle konuşan bir büyücüydü. Pırtık, onun öğrencisiydi. Ve içerideki tuhaf koku, sihirli iksirlerin kokusuydu.
Artık kasabamızın dar sokakları daha da gizemli gelmeye başlamıştı. Her kapının ardında bir sır saklıydı. Ve ben, Pırtık’ın gözünden dünyayı farklı bir şekilde görmeye başlamıştım.