‘’Bu ne soğuktur Allah’ım?’’ dedim tam kapıyı kapatırken. Bir yandan da anneme söylenip duruyordum. Sanki çok mu gerekliydi kışın bu saatinde fırına gitmek. Ah bir olacakları bilseydim ben ona hiç böyle söylenir miydim? Ben ömrü hayatımda böyle kar görmemiştim. Yerler zaten olmuş yirmi beş santim kar bir de bunun üstüne fırtınalı kar devam ediyordu. Hızlanmaya çalışıyorum işe yaramıyor, yavaş yavaş yürüyeyim diyorum ayağımı batırdığım yerden çıkartamıyorum. Ben kar ile boğuşurken bir baktım ki bu soğukta tek ışıkları yanan dükkâna gelmişim bile. Tabir-i caizse mağara adamı gibi bir hışımla girdim dükkâna. Sinirli sinirli etrafıma bakınırken gözlerim bir çift kehribar göze takıldı. Boncuk boncuk aynı zamanda itidal şekilde bana bakıyordu. Bal renginde uzun lakin örgülü bal rengi saçları, sanki bir damla kan damlatılmış ince dudakları, mehpare teni… Benim mukadderatım sensin ahsenim…
‘’Bu ne soğuktur Allah’ım?’’ desem kim duyardı ki sesimi. Kim umursardı, kim alakadar olurdu ki benimle. Lakin bir kar tanesi düşmüştü yer yüzüne. Her doğan bir can gibi ya da ölen. Acaba ben o kar tanelerinden ölen mi olacaktım yoksa yeniden doğan mı? Aslında ne büyük nimetmiş sağlıklıyken camı açıp karın kokusunu duymak, dokunmak. İnsan yatak köşelerine bağlı kalınca anlıyormuş üşümenin tadını bile. Anlatamıyordum ki dersimi kimseye. Duymuyorlardı. Ne demiş Mevlana,‘’Yalnızlığın en kötüsü seni anlamayanlar arasında kalmaktır.’’ Başımda dolaşan onlarca doktor, yanıma gelip gidip ağlayan kızlarım ve torunlarım… Bir fişe muhtaç kaldığım bu hayat bana karın kokusunu koklatır mı sanıyorsunuz, koklatmadı…
‘’Bu ne soğuktur Allah’ım?’’ dedim fısıldayarak hem soğuktan hem düşmandan korunmak için birbirimize yanaştığım yanımdaki aslan misali Mehmetçiğe. Siperlikler buz kesilmişti. Beş dakika sonra ne olacağı bu muamma günde ince bir kar tanesi düşüverdi tabanca tutan soğuktan çatlamış ellerime. O an dedim ki ‘’Ya Rabbim sen bize bu karın sonunu görmeyi nasip et!’’ İnce bir silah sesiyle çatışma başladı. Koşuyorduk sadece. Kimse ne yapması gerektiğini yolun sonunda ne olduğunu bilmiyordu. Silah sesleri, bağırışlar, patlama sesleri… Şimdi geçmiş üzerinden otuz yıl ne zaman kar yağsa ben yine sığındığım Mehmetçiğimi ararım…
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu;
Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.
…
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
Uykumda bütün bir gece Körfez’deyim artık!
Ey kar sen nelere kadirsin! Bakışlarına düştüğün aşka, aşmak istediğin hastalıklara, yanıp tutuşan vatan aşkına… Kar aşkmış, kar iyilikmiş, kar hevesmiş, saflıkmış, aşkmış umutmuş… Ne güzel demiş Özdemir Asaf, ‘’Kar eriyince beyaz kalır mı gece? Umut tükenince, yine çarpar mı bir kalp?’’