İnsanın çocukluğundan kalan anıları çok kıymetlidir. Hele de benimki gibi muzip mi muzip bir abiniz varsa.
Benim adım Suat. Bu yıl ortaokula başlayacağım. Liseye giden bir abim var. Adı Fuat. Hem annem hem babam tarafının ilk erkek torunu olduğu için ona dedemin adını vermişler. Fuat ilk erkek torun olma durumunun getirdiği bütün avantajları sonuna kadar kullanmayı çok iyi başarıyor, bu yüzden yaptığı hatalar veya yaramazlıklar da hep hoş karşılanıyordu. Mesela mutfakta tuz kavanozuna şeker doldurup bize şekerli pilav yedirdiğinde veya özenip giydiği babamın gömleğine vişne suyu döktüğünde kimse üstünde fazla durmazdı. Fuat sürekli benimle uğraşır, kabahatlerini üstüme atar, benim şapşal durumuna düştüğümü gördüğünde karnını tuta tuta gülerdi.
İki yıl önce okullar kapanıp tatil başladığında her yıl olduğu gibi valizlerimizi toplayıp Ayvalık’a, babaannemlere gittik. Babaannemler müstakil bir evde yaşıyorlardı. Yıllardır tanıdıkları komşularının yanı sıra etrafında yazlıkçıların ve emeklilerin sürekli oturduğu bir sürü site vardı.
Bir gün akşam saatlerinde denizden geldik, yemeğimizi yedik. Fuat, “Hadi, dondurma yemeye gidelim Suat” dedi. “Tamam” dedim sevinçle. Babam ikimize de ayrı ayrı harçlıklarımızı verdi. Evden çıktık. Fuat’ın yüzündeki muzip gülümsemeden bir şeyler olacağını anlamalıydım. “Yeni bir dondurmacı açılmış, hadi oraya gidelim” dedi. Yürümeye devam ettik. Evden uzaklaşıyorduk. Ama önemli değildi, sonuçta yanımda Fuat vardı. Birden durdu. “Bak ne diyeceğim,” dedi. “Seninle bahse girelim. Eğer şu karşıdaki eve girip bir bardak su isteyebilirsen sana dondurmayı ben ısmarlarım. Hatta kalan paramı da veririm, daha çok dondurma alabilirsin,” dedi. Ben sessiz kalınca “Canım düşünecek ne var bunda. Hem ben şuracıkta, şu ağacın arkasından sana bakacağım, bir şey olursa koşar gelirim yanına” diye ısrar etti. Ben istemeye istemeye eve doğru yürürken dönüp arkama bakıyor, o ise eliyle “hadi git, git” diyordu.
Evin küçük bahçesinden geçip iki basamaklı merdivenden verandaya çıktım. Usulca yaklaştım. Burnumu dayayıp pencereden baktığımda bütün aile sofranın etrafında oturmuş, bir taraftan yemek yiyor, bir taraftan konuşuyorlardı. Birden tam karşıda oturan küçük kız beni gördü ve bastı çığlığı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan küçük kızın babası koşmuş gelmiş, beni kolumdan yakalamış tartaklıyor, “Kimsin sen çocuk, burada ne arıyorsun, adın ne?” diye soruları sıralıyordu. Bense korku, şaşkınlık ve panik karışımı duygularla hem kurtulmaya çalışıyor hem de etrafıma bakarak Fuat’ı arıyordum. Kızın annesi de gelmiş, kocasını sakinleştirmeye çalışıyordu. “Necmi, lütfen sakin ol. Bak eli yüzü düzgün bir çocuk, belli ki kaybolmuş, bırak ben konuşayım” diyordu. İtiş kakışla bahçe kapısına kadar gelmeyi başarmıştım. Adam “Telefonumu getirin, Polisi arayacağım!” dediğinde dizlerim boşaldı. Kalbim küt küt atıyordu. Gözlerimde yaşlarla kafamı çevirdiğimde o sinsi sırıtışıyla Fuat’ı gördüm. Hızlı adımlarla bize doğru geliyordu. “Suat! Suat! Canım kardeşim, demek buradasın! Çok merak ettik seni yaaa!”. Fuat’ı gören adam “Senin kardeşin mi bu?” diye söylendi. Adamın elinden nasıl kurtuldum, Fuat’a doğru nasıl koştum, boynuna nasıl sıkı sıkı sarıldım anlatamam. Fuat ise o en naif, en efendi tavrıyla “Evet efendim, beraber dolaşmaya çıkmıştık, birbirimizi kaybettik. Rahatsız ettik sizi kusura bakmayın. Ona göz kulak olduğunuz için çok teşekkür ederim,” dedi.
Dönüş yolunda elini sımsıkı tutuyor, beni sakinleştirecek birkaç söz etmesini bekliyordum. O ise biraz uzaklaştığımızda artık kendini tutamadı ve püskürerek, adeta böğürerek gülmeye başladı. Dakikalarca güldü, güldü, güldü. Bense hala gözlerimi siliyor, iç çekişlerimi susturmaya çalışıyordum. O halime üzüldü ya da acıdı sanırım. Kocaman sarıldı uzun kollarıyla. “Bak,” dedi. “Sözümü tuttum, koşa koşa seni almaya geldim. Ben hep sana verdiğim sözleri tutacağım,” dedi. Cebindeki paraları çıkarıp hepsini bana verdi. “Hadi, şimdi dondurmaya yemeye gidelim. Biliyor musun, yeni bir yer açılmış,” dedi göz kırparak.