Yine o sıradan günlerden biriydi. Hava ne güneşli ne de yağmurluydu. Günün sona ermesinin yorgunluğu adeta tüm gün ağır bir taş taşımışım gibi üzerime çökmüştü. Servis yine aynı rotasından gidiyordu: mavi tabela, kırmızı banklar ve o yemyeşil vadi… İşte benim durağım tam da o yeşil vadinin önündeydi. Artık nasıl yorulmuşsam içim geçmiş servisin durduğundan bile haberim yok. Nerde olduğumuzu ancak şoförün uyarmasıyla anladım ve apar topar toplanıp servisten indim. Böyle keyifsiz zamanlarda hep o günkü bende heyecan uyandıracak olan şeyin ne olduğunu hatırlamaya çalışırım. Örneğin akşam arkadaşımla sinemaya gideceksek tüm gün enerjimi bu düşünceden alırım. O gün de heyecanım yeşil vadiyi görmekti. Kafanız karışmış olabilir çünkü az önce yeşil vadinin hep aynı rota üzerinde olduğunu söyledim fakat yeşil vadi ancak ilkbahar yaza dönmeye başladığında yeşeriyor yoksa adeta bir saman yığını gibi. Kafamı kaldırıp güneş ışınlarının nasılda mükemmel bir şekilde yemyeşil çimenin üzerine vurduğuna bakarken aniden bir yaz yağmuru başlayıverdi. Etrafıma bakındım ve hemen altına sığınacak bir ağaç buldum. Yağmurun dinmesini beklerken ışınlar yağmur damlalarının içinde kırılıp hayatımda gördüğüm en güzel gökkuşağını oluşturdular. O kadar güzeldi ki böyle bir şeye şahit olduğuma inanamadım ve hızlı adımlarla daha yakından bakmaya gittim. Tam gökkuşağının altından geçmiştim ki birden önümde kocaman bir delik olduğunu fark ettim ama bu geri adım atabilmem için yeterli sürede olmadı ve bitmek bilmeyen bir kara deliğin içine düşmeye başladım. Bu deliğin sonunu bulmam o kadar uzun sürdü ki bir süre sonra artık sakinleşmiş ve durumu anlamaya çalışmaya başlamıştım bile. Uzun bir süreden sonra adeta bir güç beni kontrol ediyormuş gibi iki ayağımın üzerine iniverdim. Her yer karanlıktı ve hiçbir şey göremiyordum gözümü milyonlarca kez açtım kapadım ovuşturdum kaşıdım ama yok burada insan gözünün algılayabileceği düzeyde ışık yoktu. Birden elim kumaş bir keseye değdi ve onu elime aldım. Dokunarak ne olduğunu ve içinde ne bulunduğunu algılamaya çalışıyordum ki benim olmadığına emin olduğum içinden gelen bir ses şöyle dedi ‘’Kesenin içindeki tozu alnına sür ve tozu sürdükten sonra SAKIN GÖZLERİNİ AÇMA’’ O son kısım o kadar vurguyla söylenmişti ki tüylerim diken diken oldu. Artık buraya düştüğüme göre geri dönüş olmadığına karar kılmış ve çoktan çıkış yolu aramaktan vazgeçmiştim. Keseyi dikkatli bir şekilde açtım ve parlayan bir toz ile karşılaştım. Tozun yaydığı ışık biraz olsun etrafı görmeme yardım ediyordu ama düştüğüm yer bu ışığı da soğuruyordu. Tozu parmağımla aldım ve elim titreye titreye alnıma sürdüm. Sürdüğüm andan itibaren kulaklarım sanki beynimin içine girmiş gibi muazzam bir acı tüm vücudumu sardı. Bu acı sonrasında etrafı gözümle değil algıladığım yankılar ile görmeye başladım. Buna inanamıyordum ama bir yandan da çok korkuyordum çünkü etrafımda yepyeni bir dünya vardı. Renkleri bile algılayabiliyordum. Mavi ağaçlar ve pembe otlar vardı ellerim ise fosforlu sarıydı. Yaşadığım bu yeni deneyimin heyecanıyla bana yaklaşan yaklaşık 15 cm boylarında turuncu olarak gördüğüm bir yaratık topluluğunu çok geç fark ettim. Yaratıklardan bazıları kürdan boyutunda oklar fırlatıyorlardı ve biri tam gözümün içine girdi. Oku çıkarayım derken gözlerimi açtım ve anında sanki boğulmaktan dönmüşüm gibi dar bir kapsülün içinde uyandım. Panikledim ve kapsülden çıkmak için her yolu denedim ve en sonunda tüm gücümle ittirip kapağını açabildim. Gözüm odanın ışığına alışınca bembeyaz uçsuz bucaksız bir odada benim içinde bulunduğum kapsüllerden milyon hayır trilyonlarca vardı. Aşağı baktığımda, her yer bu kapsülleri bir şeye bağlayan beyaz kablolarla kaplıyı.
Kapsüller
(Visited 8 times, 1 visits today)