Her sabah okula gitmek için aynı yoldan geçiyordu ama bu sabah her şey farklıydı. Gözlerinin önünde birdenbire beliren parlak, altın rengi bir kapı, onu başka bir dünyaya davet ediyordu. Kapı, sabahın sisli ışığında öylesine parlıyordu ki, etrafındaki sıradanlığı yutmuş gibiydi. Veli durup kapıya baktı, sonra yavaşça etrafına göz gezdirdi. Etrafta kimseyi göremedi. Sanki dünya, bir anda yalnızca ona aitmiş gibi sessizleşmişti.
Bir adım attı. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Dokunmak için elini uzattığında, kapı bir anda kendi kendine aralandı. Kapının ardından yayılan sıcak bir ışık, onu olduğu yere mıhladı. İçeriden, hafif bir rüzgarla taşınan melodiler yükseliyordu. Veli bir anlığına tereddüt etti. Bu bir rüya mıydı? Yoksa bir tuzağa mı çekiliyordu? İçinde anlam veremediği bir merak, bir cesaret kıpırtısı onu içeri çekti.
Kapıdan geçtiği anda dünya tamamen değişti. Gözlerinin önünde uçsuz bucaksız bir manzara uzanıyordu: gökyüzünde yüzen adalar, devasa ağaçlar ve altın renkte parlayan bir nehir. Kuşlar, kelebekler ve daha önce hiç görmediği yaratıklar bu dünyayı dolduruyordu. Her şey büyülü bir şekilde canlı ve davetkârdı.
Veli, ayaklarının altındaki toprağı hissetti. Buradaki her şey gerçekti. Uzaktan bir ses duydu. Döndü ve bir ağacın altındaki uzun boylu, bir şeyin kendisine doğru yaklaştığını gördü. Varlık, uzaktan insan gibi görünüyordu ama teni ay ışığı kadar solgundu ve gözleri yıldız gibi parlıyordu.
Adeta huzurlu bir müziğe benzeyen sesiyle, “Hoş geldin.” dedi varlık. “Burası Senin Dünyan. Adım Mira.”
“Benim dünyam mı?” diye sordu Veli, şaşkınlıkla.
“Evet,” dedi Mira. “Bu dünya, içinde sakladığın tüm hayallerin, korkuların ve umutların bir yansıması. Buraya gelmeyi seçtiğin an, onu yeniden şekillendirme gücünü kazandın.”
Veli etrafına bakındı. Şimdi fark ediyordu ki, bazı bölgeler gri ve boştu, sanki bir şeyler eksikti. “Peki ya burası neden boş, burayı doldurmak için ne yapmalıyım?” diye sordu.
Mira gülümsedi ve “Sadece kendini keşfetmen yeterli. Her adımda yeni bir şey bulacak, her sorunda yeni bir cevap yaratacaksın. Ama unutma, buradaki her şey senin içinde var olanın bir yansıması.” dedi.
Veli yürümeye başladı. Her adımda çevresi değişiyordu. Gri bölgeler, geçmişte yarım bıraktığı hayallerle dolmaya başladı. Bir tepeden aşağı koşarken eski bir anısı canlandı: çizim defterine gizlice karaladığı fantastik bir krallık. O krallık şimdi gerçek olmuştu; kuleleri göğe yükseliyor, ejderhalar semada uçuyordu. Ama biraz ileride, karanlık bir orman gördü. Oraya yaklaştıkça içini bir korku kapladı. Ağaçların gövdeleri çatlaklarla doluydu, dalları dev pençelere benziyordu.
“Neden burası böyle?” diye sordu Mira, ansızın yanında belirmişti.
“Bilmiyorum,” dedi Veli, fısıldar gibi. “Burayı hiç istemediğim şeyler doldurmuş gibi.”
“Korkularını anlamadan, onları yenemezsin,” dedi Mira. “Ama eğer istersen, burayı aydınlatabiliriz.”
Veli derin bir nefes aldı ve ormanın içine doğru bir adım attı. Karanlık ve gölgeler üzerine yürüdükçe, her şey yavaş yavaş değişmeye başladı. Ağaçların dalları yeşerdi, çatlaklar kapandı, güneş ışıkları yaprakların arasından sızdı. Korkuları, yerini huzura bıraktı.
Saatlerce – ya da belki günlerce – bu dünyayı keşfetti. Her köşesi, kendisinin bir parçasını temsil ediyordu. Sevdiği şeyler, korktuğu anılar, umut ettiği gelecek… Hepsi buradaydı.
Sonunda, altın kapının tekrar belirdiği bir açıklığa geldi. Mira ona dönüp, “Hazır olduğunda geri dönebilirsin. Ama unutma, bu dünya her zaman senin içinde kalacak. Gözlerini kapatıp kalbini dinlediğinde, onu yeniden bulacaksın,” dedi.
Veli son bir kez bu büyülü dünyaya baktı, sonra altın kapıdan adımını attı. Parkın ortasında, güneş hâlâ aynı şekilde parlıyordu. Ama Veli artık aynı değildi. Şimdi, kendi içinde sakladığı gücün farkındaydı.
O sabah okula doğru yürürken, dünyayı farklı bir gözle görmeye başladı. Altın kapı kapanmıştı ama onun bıraktığı ışık, Veli’nin içinde sonsuza kadar yanıyordu.