Kandırdım

“Sakın bir adım daha atma!” 

Arkamdan gelen sesi duyduğumda her şey için çok geçti. Sese yüzümü döndüğümde çoktan uçurumun kenarına gelmiştim bile. 

“Dur artık, bu saatten sonra istesen de kaçamazsın.” 

Bu sefer öncekine kıyasla sakindi, korkutucu bir tınısı vardı. Zaten yeterince gergin değilmişim gibi bir de bu sakinliğiyle daha da korkutuyordu beni. Ama benim yapabileceklerimin bir sınırı olmadığını bilmiyordu ve bunu öğrenmek üzereydi. 

“Kaçamam ha? Çok da emin olma istersen.” 

Bana inanmamış olmalı ki sözlerime karşılık olarak umursamazca güldü. Yapmak üzere olduğum şeyin çok ciddi sonuçları olacağı kesindi ama başka seçeneğim olmadığının ikimiz de farkındaydık. İşte tam da bu yüzden blöf yaptığımı düşünüyordu. Öyleyse ona neler yapabileceğime inandırmalıydım, beni buna o mecbur bırakmıştı ne de olsa.

 

Elimdeki kutuya sıkıca sarıldım. Enseme vuran sabah rüzgarı saçlarımı etrafa savuştururken bedenim buz kesmişti. Güneşin doğuşuyla gökyüzü aydınlığa kavuşuyor, arkamdaki denize çarpan gün ışığı göz kamaştırıyordu. Havanın soğukluğuna karşı çıkarcasına kendini gösteren bu manzara bile ısınmama yetmiyordu. Küçücük bir esintiyle bile ürpermeme neden olan bu rüzgar yetmezmiş gibi bir de karşımdaki adamın, gülümsemesiyle tamamen zıt olan, buz gibi bakışları tenimi delip geçiyordu resmen. Uzun bir bakışmanın ardından bana yaklaşmaya başlamıştı ki ben ondan önce harekete geçip kendimi boşluğa bırakmıştım bile. Ben düşerken o da koşarak uçurumun kenarına gelmiş, buz gibi bakışları yerini şaşkınlığa bırakmıştı. 

 

Kendimi azgın suların kollarına bırakmak ne kadar mantıklı bir fikirdi bilmiyorum ama o an bunu düşünecek durumda değildim. Soğuk su bedenimi sararken kucağımdaki kutuya daha da sıkı sarıldım. Düştüğüm uçurum yukardan göründüğü kadar yüksek değildi, ama suyun soğukluğu bedenimi bıçak gibi kesmişken ne halde olduğumun farkında varamamıştım. Ölümü bile göze almışken yalnızca yaralarla kurtulabilecek olmamın düşüncesi bana umut vermişti. Boğulmanın eşiğindeyken sonunda hareket edebilmeye başlamış, en yakınımdaki kıyıya doğru yüzüyordum. Her hareketimle su daha da soğuyordu sanki. Görüşüm bulanıklaşmaya başlıyordu.

 

 Kıyıya varmaya yakınken bilincimi kaybetmiş olmalıyım ki şu an bulunduğum yere nasıl geldiğimi bilmiyordum. Doğrulup içeriye baktığımda gözüme çarpan tabeladan bir meyhanenin içinde olduğumu anladım. İçerden sesler geliyordu, beni buraya getiren kişi olmalıydı. Ben bunları düşünürken sımsıkı tuttuğum kutunun artık ellerimde olmadığını fark etmeme ayağa fırlamam bir oldu. Kutuyu bırakmadığıma emindim. Bırakmış olamazdım.

 

Bir hışımla seslerin geldiği mutfağa girdim. Benden biraz büyük duran genç bir kadın meze olduğunu tahmin ettiğim bir şeyler hazırlıyordu. Sanki ben yokmuşum gibi işini yapmaya devam ediyordu.

“Kutum nerde?” diye sordum sert bir sesle.

Cevap yok. Bir kez daha sordum, gittikçe öfkeleniyordum. 

“Aç mısın, meyhaneyi açmama daha var ama istersen bir şeyler hazırlayabilirim.” 

Bu sakinliği daha da sinirlenmeme sebep oldu.

“Aç falan değilim, kutumu istiyorum!” bedenim bana karşı çıkarcasına titremeye başladı, başım dönüyordu.

“Pek de öyle görünmüyorsun, biraz otur ve sakinleş. Karnını doyur ondan sonra vereceğim kutunu merak etme.” istemesem de sözlerine uyup arkamdaki sandalyeye çöktüm.

“Madem sendeydi ne diye uğraştırıyorsun beni, ver de gideyim işte.” sonunda elindeki işi bırakıp bana döndü.

“Nesi var bu kutunun da bu kadar önemli, alt tarafı bir kutu. Kendine gel sonra kutunu da alır gidersin.” çıldırmak üzereydim.

“Anlamıyorsun işte, benim için önemli, onun uğruna ölümü bile göze aldım ben.” baş dönmem geçince tekrar ayağa kalktım. Yanına geldiğimde elime bir parça ekmek ve bir tabak tutuşturdu. 

“Bunları bitir, anca öyle alırsın o çok önemli kutunu.” 

 

Adını bile bilmediğim bu kadını niye dinliyordum bilmiyorum ama kutuyu geri alabilmek için her şeyi yapardım. Önümdekileri bitirip tekrar yanına gittim. Ben daha ağzımı açamadan kutuyu elime tutuşturdu ve beni kovarcasına dışarı itekledi. 

“Aldın işte kutunu nereye gidiyorsan git şimdi.”

O anın şaşkınlığını atlatamadan yürümeye başladım. Şehrin sesleri gelmeye başlamıştı, belli ki merkezden çok da uzak değildim. Birkaç metre yürüdükten sonra kutunun içine bakmadığımı fark ettim. Panikle durup kutuyu açtım. İçinde yalnızca bir kağıt parçası vardı. Olduğum yerde kalakaldım. Hareket etme gücünü kendimde bulunca kağıdı elime aldım.

“KANDIRDIM.”

Tek bir kelime, kalbime saplanan yüzlerce bıçak. 

Zar zor arkasını çevirdim kağıdın.

“Meyhaneye geri dön ya da kaybettiğin, tek ailen, ablan bir kez daha ellerinden kayıp gitsin.”

(Visited 20 times, 1 visits today)