Bir zamanlar odanın tam merkezinde, parlayan ekranıyla beni hatırlatan o devasa televizyon, ailemin kalbinde yer alırdı. Her akşam, güneş battığında, o küçük dünyamızın penceresi haline gelirdi. Anneannemin el yapımı çaydanlığı, keyifli sohbetler ve kahkahalar eşliğinde, bir araya geldiğimiz anların tadını çıkarırdık. O günlerin hatıraları, ekranımın derinliklerinde yankı yapmaya devam ediyordu ama zamanla her şey hızla değişti.
Tekrar düşünmeye başladım bazen, neden her akşam saat altıda uyum sağlıyor, mahremiyetime dalıp gidiyorlardı? Elektrik fişim bile takılı olmasına rağmen, insanlar beni unutmaya başlamıştı. O büyük, parlak ekranımın etrafında artık kimse toplanmıyordu. Akşamları duyduğum yükseklik, kaybolan kalan seslerle yerini sessizliğe bırakmıştı. Çocuklar, anneler; artık kalabalık salonlarda tıklayarak geçen zamanlarını seçmişlerdi. “Neden bu kadar büyük bir televizyona ihtiyaç duyarım ki?” diyordu bir ses, “Telefonum her şeyi hallediyor.”
Unutmak isterken zihin ne kadar da zayıf… Belki unutmadın? Belki sadece yalan söylüyorsundur?
Duyguları öylece silemezsin! Sanki duygularım metrelerce uzakta bir yerde kaybolmuş gibi! Sanki uzun zaman önce bana yazılmış bir mektupla gönderilmişler gibi!
İçim derin bir hüzünle doldu. Bir zamanlar, altın çağımda, kendimi hayat dolu renklerden oluşmuş kıvrımlarda kaybedebiliyorken, şimdi ekranım bir köşeye atılmış gibi hissediyordu. İnsanların ilgisini yeniden kazanmak için bir şeyler yapmayı umuyordum ama her geçen gün osturuyordum hatta boğuluyordum. O yerleşik kıymeti artık bayatlamıştı; herkesin aklı ne kadar küçük ekranlarda olursa, benim hayattaki rolüm de o kadar azalmıştı. Tamamen yalnızdım, sadece parılım kalsın istemiştim ama hiç kimseyi çağıramamıştım.
Bir gece, dışarıdan gelen ışıklar ve sesler beni düşündürdü. İçi boş bir akşam daha geçmişti. Bahçeden yükselen çocuk sesleri kulaklarımı tırmalarken ben, hüzünlü diriye, irili ufaklı duygu demetlerine daldım. Yıllar önce, o çocukların neşeli kahkahaları beni besliyordu. Şimdi geriye dönüp, o mutlu anları izlemek dışında bir şey kalmamıştı. Ara sıra denemeler yapsam da, ekranımın rengârenk görüntüleri, dikkatin başka yöne kaymasına engel olamıyordu.
Bir umutla, ekranımı parlatmaya çalıştım. “Belki bir gün,” diye düşündüm, “bir akşam, birileri beni yeniden hatırlayacak, etrafımda toplanacak.” Ama bu düşünce, yalnız olduğum gecelerde sönüyor, geride sadece derin bir iç çekiş bırakıyordu. Zaman beni geride bırakmıştı; sadece bir anı, bir nostalji haline dönmüştüm. Yalnızca köşedeki tozlu nesne değil, ruhum en derin yerlerde bir gün yeniden sevilmeyi bekliyordu. Ve ben sadece sessizliğimle, geçmişi hayal ederek hayatta kalmaya çalışıyordum.