Her sabah olduğu gibi üstüme ağır bir monotonluk çökmüş şekilde uyandım. Sokağa çıkmak serbestti ama herkes bas bas “Çıkmayın, evde kalın!” diye bağırıyordu. Yüzümü yıkmaya gittiğimde farklı olan bir şey sezdim her zaman olan ama şu an ortalıkta tek bir belirtisi bile olmayan bir varlık vardı. Kısa süre sonra hatırladım. Ailem yoktu. O kadar kötü bir biçimde gittiler ki bu dünyadan onlara hala öfkeliyim. Tek bir sözcük bile sarf etmeden sadece bir ceket bırakmıştı bana. Neymiş efendim babamın babasından kalmışmış. Bana tek dedikleri buydu veda bile etmemişlerdi bana. Buradan göçeli iki günleri ya olmuştu ya olmamıştı. Ceketi aldım yerden yere vurdum. Bir oraya fırlattım bir buraya. Burnumdan soluyordum adeta. En son yatağıma fırlattığım zaman ceketin iç cebinden bir kağıt fırlayıverdi. İlk başta önemsemeden usul adımlarla kağıdı elime aldım ve hızlı bir hareketle çalışma masama koydum. Soğuğu iliğime kadar hissettiğim küçük evimde mutfağıma yöneldim. Yaşlı gözlerimle kendime basit bir kahvaltı hazırladım. Çoğunu yiyemedim aslında yemek istemedim. Kağıt kafama takılmıştı. Kağıdı bıraktığım masaya yanaşıp tekrar elime aldım onu. Bir adres ve altında not yazılıydı: “Bu adrese gel.”. Kala kalmıştım o anda. Başım dönmekteydi. Neler olup bittiğini idrak edemiyordum. Masanın yanına bir sandalye yanaştırıp sakince oturdum. Gidecek miydim gitmeyecek miydim? Benim için tam bir belirsizlikti. Bir anlık heyecanla atıldım kapıya. Kapıyı bile kilitlemeden çarptım çıktım. Külüstür arabama atladım. Adresi ne kadar okusam da bilmiyordum. Bastım gaza ve yola koyuldum. Yolda gördüğüm bütün taksicilere sordum adresi ama hepsi omuzlarını yukarı kaldırmakla yetindi. Ta ki Bu soracağım son taksici olacak, diye sorduğum taksici yolu bana elinden geldiğince tarif etti. Geldiğim zaman sadece hayatımda gördüğüm en eski ev karşımda duruyordu. Paslanmış demir kapısına elim uzandığı sırada zilin yanındaki ada gözüm takıldı. Babamın ismi yazıyordu. İnanamıyordum ya da inanmak istemiyordum. Gıcırtılı kapıyı olabildiğince hızlıca açtım, dış kapıya doğru yöneldim. Elim zile uzandı ama çok pis olduğunu görünce elimle tıklatmanın daha uygun olacağını düşündüm. Tıklattım ve kapı açıldı. Kapı açıktı. Biraz tereddütle girdim. Rutubet kokusu burnumu rahatsız ediyordu. İçeri girdiğimde masadan başka bir şey yoktu. Yan duvardaki örümcekler masaya kadar bana eşlik ettiler. Masaya geldiğimde bir not duruyordu notta: “Merhaba oğlum, ben baban. Eğer buraya kadar geldiysen hayatında yer edinmişim ve buralardan gitmişimdir.” gözümden bir yaş süzüldü ve içime ürperti girdi bir anda. Sonra okumaya devam ettim. “Senden son olarak tek bir isteğim var: Öteki dünyaya uğurlanırken beni lütfen sana vermiş olduğum ceketle gömün.” ve yazı bitmişti. Nutkum tutulmuştu. Sanki boğazımda kocaman bir düğüm vardı. Koşabildiğim kadar hızlı koşarak arabamı almadan eve gitmeye çalışıyordum. 30 dakika aralıksız koşmanın ardından yere yığıldım. Birkaç kişinin beni dürtmesiyle uyanıverdim. Aklımda hala babam vardı. Herkesin arasından sıyrıldım tekrar yürümeye hazırlanıyordum ki arkadan bir el dirseğimden güçlü bir şekilde beni çekip taksinin arka koltuğuna oturtturdu ve oradan uzaklaştı. Taksiciye adresi söyledim. Eve girdim ceketi aldım. Vücudumdaki sessiz ağrılar dinmemişti. Taksiciye parasını verdiğim gibi camiye koştum. İmama derdimi anlattım ama ne yapıp ne ettiysem kabul etmedi. Kendimi yırttım son isteği dedim kabul ettiremedim. Cenazeden sonra ağlayarak uzaklaşırken bir el omzuma dokundu. Bu imamdı bana bir zarf uzattı ve eve gidince açmamı söyledi. Anlam veremeden ve hiçbir şey demeden uzaklaştım. Zarfı açtığımda: “Tekrar Merhaba Oğlum, uğraşların için teşekkür ederim. Gördüğün gibi yanımda bir ceket bile götüremedim. Eğer ki ileride parayla haşır neşir olursan olmazsan fark etmez. Şunu unutma ki: sevgi dışında hiç bir şey kalıcı değildir. En büyük servet sevgidir bunu unutma…”. Mektubu okurken göz yaşlarım sel olmuştu. Ailemi kaybetmiş olabilirim ama çok büyük bir ders çıkardım bu bana yeter…
Kalıcı Ceket
(Visited 21 times, 1 visits today)