Boş bir sayfayı aklımdakilerle doldurmaya hiç tereddüt etmemiştim. Ancak bu durum kağıt üzerinde kaldığında farklı metotlara yönelmem gerektiğini de anlamıştım. Dolayısıyla söyleyecek pek sözüm yok, olması da gerekmiyor.
Olmasın da, söz uçar yazı kalır. Ama biz ayaklarımız yere bassın istiyoruz, öyle değil mi?
Çok konuşan mı daha zekidir çok düşünen mi? Hepimizin cevapta hemfikir olacağını varsayıyorum. Çünkü insanları okumak aynen kitap okumaya benzer. Konuşarak kitap okunamayacağı gibi düşünmeden de düşünülen şeyler bilinemez. Çünkü konuşan kişi, ağzından çıkanı düşündüğünü düşünür, ağzından çıkanı kulağı duymamasına rağmen. Binaenaleyh satır aralarını okumak yalnız konuşanların asla başaramayacağı ender becerilerden biridir. Yüzeysel düşünmezler, onların düşüncesinde bu yoktur.
“Pekboyutlu” aklın “tekboyutunu” bile kavrayamamış, değil evreni, kendilerini anlayamamış olanlardır onlar. Her ne kadar tek düşündükleri yine kendileri olsa bile… Yalnız konuşanlar vardır bir de, yalnız kendileriyle konuşan, buna rağmen yalnız kendilerini düşünmeyenlerdir bunlar. Düşünürler, pek çok şeyi.
Kitapların kapaklarından ibaret olmadığını herkes bilir, bazıları lüzumsuzca bunu dile getirme mesaisinde bulunur. Kendileri okumadığı için diğerlerinin de asgari anlamda okumasını kendilerine amaç belirlerler. Suyu baltalamaktır bu. Baltasının paslanacağını bilir tabii, sudan önce baltasının pahasını biçmiştir zaten. Ama göze alır bunu, çünkü ucunda bir saflık vardır. Saflığı, düzeni, hatta mükemmel kaosu, bozdu ya; artık ona her gün bayram. Herkes bilir ki uzun vadede suyun yansımasından öteye geçemeyecek. Kısa vadede suyun kimyasını bozduğunu düşünecek, bozulan tek şeyin sudaki kendi yansıması olmasına rağmen.