Kimi günler gelir geçer başımızdan, kimsenin bizi anlamadığını, anlamayacağını ve hayatın kapısından çıkış anımıza kadar kendimizce düz olan yolumuzda tek tabanca yürüyeceğimizi düşündüğümüz. Bazıları yalnızlığı kendi tercihi olarak görür ve başka insanların yükünü üstlenmemeyi başarısının ve yalnızlığının bahanesi olarak göstererek kendini avutur. Belki de gerçekten başarının, insanın bazı durumlarda tek başına karar almasının ve kalbiyle aklı arasında kalmamasının tek çaresidir yalnızlık. Bir diğer yandan da hayatı sadece kendimiz için, bencilce ve bir o kadar da akıllıca yaşamamızı sağlar. İnsanın tek başına olmasının verdiği özgüven, onu diğer insanlara karşı köreltir ve vahşileştirir. Fakat güven duygusunun günden güne yok olduğu taşlaşmış bir kalpte, acılı da olsa bir filizin gün yüzüne çıkması kaçınılmazdır.
Yalnızlık, tüm bu çeldirici pozitif yanları dışında gerçekten cesaret isteyen bir yaşam biçimidir. Koca hayatın ve unutulmayan yaşantıların bizi boğacak gibi düşündüğümüz zamanlarda herhangi bir hatada yanımızda olacak, bizi avutacak, pohpohlayacak veya başkalarına karşı savunacak hiçbir insan barındırmayız çünkü etrafımızda. Yani dünyadaki bütün insanları hiçe sayıp sonsuz olmayan aklımızın sınırlarına ve etten kemikten ibret olan kendimize sırtımızı yaslamak durumunda kalırız. Fakat kimseye ihtiyacımız olmadığını düşünürken tek bir güçlü neden bizi hiç ummadığımız bir anda tepetaklak eder: Duygularımız.
Hayatta herkesin bir kırılma anı ve tek başına düştüğü yerden kalkamayacağını anladığında ağlayacak bir omuz arayışı vardır. Ne yazık ki o anda yalnızlık da olumlu yanlarıyla birlikte diğer bütün dayanılmaz taraflarını başucumuzda bırakarak bir gezintiye çıkar. Dönüşünün meçhul olduğu bir gezintiye… İşte o zaman anlarız bu hayatta tek olmadığımızı ve olamayacağımızı. “Sakin bir hayatın tekdüzeliği ve yalnızlığı, yaratıcı aklı harekete geçirir.” Einstein’ın da dediği gibi. Peki ya kalbin gerekli olduğu durumlarda aklımız bize ne kadar yardımcı olabilir? Duygularımızı ne kadar mantıkla ve hatasız bir şekilde yönetebilir?
Yalnızlığın başarıyı getirmesinin aksine bizi kendimize ve çevremize karşı soyutladığı gerçeğiyle baş başa kaldığımızda illaki etrafımızda bizi destekleyecek ve düştüğümüz yerden sonsuz ellerini uzatarak çıkaracak birilerine rastlarız. O zaman, etrafımız güvenimizi kazanmış insanlarla donatıldığında, kendimizi yenilmez, geçilmez ve yıkılmaz hissederiz. Yani gerçek gücün tek bir kişinin özgüveni yerine birlikten doğduğuna kanaat getiririz. Birbirimiz için yaratılmış olduğumuz gerçeği, kaçılmaktan çok inanıldığında başarının yüce dağları bile aştığını fark ederiz. Piyanoda bile tek bir notanın hoş nüansıyla içimizde bin bir duyguyu uyandıran besteler karşılaştırıldığında, hangisinin galip geldiği fazlasıyla açıktır.
Kısacası hayat Çehov’un da dediği gibi: “Kendini yalnız hisseden kimse için her yer çöldür.”