Dünya çapında milyonlarca insan çatışma, doğal afet, zulüm, şiddet ya da insan hakları ihlalleri gibi olaylardan etkilenmektedir. Bu olaylar insanların vatanlarından uzaklaşmalarına ve başka ülkelere sığınmalarına sebep olmaktadır. Günümüzde patlak veren mülteci krizinin ışığında “mülteci” kavramı, özellikle sosyal medya tarafından, yanlış yere, sığınmacı ve göçmen kavramları ile eş anlamda kullanılmaktadır. ancak aslında bu üç kavramda birbirinden çok farklı şeyleri tanımlamaktadır bu yüzden bu üç kavramı eş anlamda görmek ciddi sorunlara yol açar. Örneğin, halk arasında konu ile ilgili karmaşıklık oluşabilmektedir ve bu doğrultuda ülkelerin izlediği mülteci politikasına anlam vermekte zorluk yaşanabilmektedir. Fakat en önemlisi, ülkesindeki tehlikelerden kaçan bireylerin yanlış tanımlanması ölüm ve kalımın arasındaki ince çizgiyi belirtebilmektedir. bu karmaşıklığa bir aydınlık getirmek içinde öncelikle literatürde birbirinin yerine kullanılan , “göçmen’’, “sığınmacı’’ ve “mülteci’’ kavramları ulusal ve uluslararası mevzuata dayanarak tanımlanmalıdır ilk olarak İnsanlar göç kararı alırken itme, çekme ve kişisel faktörlerden etkilenmektedir. göç kararı almak basit bir şey değildir çok zorlu bir karar verme sürecinden geçerek ortaya çıkar işte bu karmaşıklığı ve zorluğu daha kolay hale getirmek içinde uygulanan bir ‘İtme ve Çekme’ kuramı vardır
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ( BMMYK)’ın 2015 yılında yayınladığı “World at War: Global Trends Forced Displacement in 2014’’ (Dünya Savaşta: Küresel Eğilimler 2014’te Zorunlu Göç) başlıklı istatistik raporuna göre 59.5 milyon birey, daha önce ifade edilmiş olan sebeplerden dolayı, zorla yerinden edilmiş durumdadır. BMMYK’a göre bir önceki yıl 51.2 milyon insan söz konusu durumdan etkilenmiştir ve bu yıl içerisinde gerçekleşen 8.3 milyonluk artış İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde en yüksek yıllık artış olarak izlenmektedir.
Suriye’de ise yıllardır devam eden iç savaş ve şiddetli çatışmalar, gözlenen küresel düzeydeki mülteci nüfus artışının en büyük açıklayıcı faktörüdür. Bu durumda , Suriye en çok mülteci üreten ülke konumuna gelmiştir. Lübnan, Irak, Ürdün ve Türkiye gibi komşu ülkeler ise çok sayıda Suriyeli mülteci barındırmaktadır .Türkiye dünya çapında en çok Suriyeli mülteci barındıran ülke konumundadır , 16 Şubat 2017 tarihinde Türkiye’de kayıtlı olan Suriyeli mülteci sayısı 2.910.281 idi . Avrupa bölgesine sığınma talebinde bulunan Suriyeli sayısı ise çok daha azdı yani Orta Doğu ülkeleri ile kıyaslandığında, Avrupa bölgesinde sığınma arayan mülteci sayısı çok daha düşüktür
1.1 Göçmen Kavramı
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı’nın ifade ettiği gibi: “Uluslararası ölçekte, evrensel olarak kabul edilmiş̧ bir “göçmen” tanımı bulunmamaktadır”.Genel anlamda, kendi menşe ülkesinden, birçok nedenden dolayı, başka ülkeye göç eden kimseler göçmen olarak tanımlanmaktadır. daha önce de bahsettiğim gibi Göç nedenleri iki ana kategoriye ayrılmaktadır: itici faktörler ve çekici faktörler. İtici faktörler, bireyi kendi menşe ülkesinden göç etmeye ‘iten’ olumsuz koşullardır. Çekici faktörler ise göçmenin gideceği ülkedeki ‘çekici’ yani olumlu koşullardır.1 Göç nedenlerinin hem sosyal, hem ekonomik, hem insancıl, hem de çevresel boyutları vardır. Bu sebeple , genel olarak kullanılan göçmen kavramı yeterli değildir ve detaylandırılması gerekmektedir
Ulusal mevzuatta, “göçmen” kavramı, 5543 sayılı İskân Kanununun 3. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde tanımlanmıştır. Bu maddeye göre, Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olup, ülkemize yerleşmek amacıyla kitlesel veya bireysel olarak gelen kimselere göçmen denilmektedir. Göçmen olarak kabul edilmeyen yabancılar ise İskân Kanununun 4. maddesinde şu şekilde belirtilmiştir: “Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı olmayan yabancılar ile Türk soyundan ve Türk kültürüne bağlı bulunup da sınır dışı edilenler ve güvenlik bakımından Türkiye’ye gelmeleri uygun görülmeyenler göçmen olarak kabul edilmezler.” Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa Konsey üyesi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, yukarıda belirtilmiş olan maddeler ile Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin “ayrımcılık yasağı’’ başlıklı 14. Maddei 2 ve Protokol No. 12’nin “ayrımcılığın genel olarak yasaklanması’’ başlıklı 1. Madde 3 ile çelişmekte oluyor dolayısıyla , göçmen kavramı mültecileri ve sığınmacıları da kapsamaktadır. İşte tam bu durum mülteci krizinin sebebiyle oluşan karmaşıklığın nedenidir ve daha önce de söylediğim gibi , bu üç kavramı eş anlamlı kullanmak ciddi sorunlara yol açabilmektedir.
1.2 Mülteci ve Sığınmacı Kavramı
Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin 14. maddesi şu şekildir: “Madde 14 – Bu Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum basta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.’’
Mülteci politikası elbette ülkelerin bulundukları coğrafi konuma ve karşı karşıya oldukları somut gerçeklere göre zaman içerisinde değişiklikler göstermektedir. Ancak bu değişikler farklı ülkelerin ileriki zamanlarda aralarında savaş çıkmasına veya aynı ülkenin bir süre sonra içinde iç savaş vermesine sebeb olabilir bu varsayımların doğrultusunda daha sonraki zamanlarda dünya çapında daha büyük sorunlara yol açabilir ve şuanki olduğumuz durumdan bizi daha da kaosa sürükleyebilir bu yüzden ülkelerin bu konuda birlikte hareket etmesi ve ortak şartlar altında bir yol izlemesi gerekli sonuç olarak cevabım her ikisine de çıkmıyor ülkelerin ortak olarak izlemesi gereken bir politika olmasında hemfikiriz ancak tüm ülkeleri de aynı kefeye koyamayız ve bu sadece coğrafi koşullar olarak değil ekonomik, siyasi vb. koşullar için de ülkelerin göz önünde bulundurması gereken bir durum.