İtalya’daki Anı

Şemsiyemi kapatıp binanın girişindeki camlardan yansımamı inceledim. Son bir kez görünüşümü kontrol etmemin ardından sensörlü kapıya doğru adımımı attım. İçeri girdiğimde danışmada görevli olan birine iş görüşmesine geldiğimi ve kiminle görüşeceğimi özetledim. Adam, bana hangi kata çıkmam ve hangi odaya girmem gerektiği hakkında bilgi vermesiyle hiç vakit kaybetmeden asansöre ilerledim.

Görüşmenin gerçekleşeceği kat olan: 27 yazan düğmeye hızlı ve sert bir şekilde basmamla 80 kata sahip bu gökdelende 27. kata ulaşmanın kolay olmayacağını anladım. İç güdülerim beni yanıltmamış olacak ki 27. Kata kadar neredeyse her katta yeni birileri asansörde bana katıldı. 27. Kata ulaştığımızda, sakin adımlarla, kendimi lacivert ve siyah renklerinin ağır bastığı takım elbiseli insanların arasından sıyırmayı başardım. Siyah, parlak mermerlere basmamla adımlarımı hızlandırdım. Gözlerim şu ana kadar yaklaşık 20 tabela taramasına karşın hala “5. Konferans Salonu” yazan yazıyı bulamamıştım. Birkaç dakika daha sessiz koridorda dolanmamla girmem gereken odayı buldum. Daha başlamasına 2 dakika olmasına rağmen herkesin hazır olduğunu düşünerek kapıyı tıklattım. Birkaç saniye içerisinde “Girebilirsiniz.” diyen sesi duymamla kapının gümüş rengindeki kolunu hafifçe aşağı indirdim. Kapıyı yarısına kadar aralayıp odadan içeri girdim.

Krem ve yumuşak renklerin hakim olduğu odada kafamı yerden kaldırarak yüzüme hafif bir gülümseme yerleştirdim. Herkesi kendimi kısaca tanıttıktan sonra oturmamı rica ettiler. “Sizi neden işe alalım?”, “Bizimle çalışmayı neden istiyorsunuz?”, “Güçlü olduğunuz yönleriniz neler?”, “Zayıf olduğunuz yönleriniz neler?”, “Kendinizi 5 yıl içerisinde nerede görüyorsunuz?” gibi klişe soruları cevapladıktan sonra, yüzümü kaldırıp yavaşça yüz ifadelerini okumaya çalıştım. Verdiğim cevaplar herkesi tatmin etmiş olacak ki, bana memnun olduklarına dair ifadelerini sundular. Şirket ve benim üzerime dönen birkaç sohbetten sonra görüşmenin yavaştan biteceği hakkında bir hisse kapıldım. Herkese teşekkür etmemin ardından, sandalyeden kalkmaya yöneldiğim anda, kalın ama yumuşak bir ses bana konuştu: “Görüşme sona ermeden önce size son bir sormalıyız. Şirketimiz için akademik başarınızın yanında hayata karşı deneyimlerinizin de önem taşıdığı konusunda size bahsetmiştik. İtalya’da yaşadığınız dönem içinde, İtalya’daki mimari yapılar hakkındaki gözlemlerinizi ve deneyimlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?”.

Soruyu duymamla içimde kuvvetli bir kasırganın başlaması bir oldu. İtalya’yı daha önce ziyaret ettiğim doğruydu fakat küçükken ailemle tatile gittiğimizden, binaları inceleme fırsatı elde edememiştim. Fakat ardından derin bir nefes alarak üniversitede yaptığım araştırma sayesinde hatırladığım birkaç teknik bilgiyi gözlemlerim olarak sıralamaya başladım. İtalya’nın başkenti olan Roma’daki mimari tarz olan “Roma Mimarisi”nden, Pantheon ve Kolezyum’da bulunan tonozlar, Rönesans ve Barok mimari akımlarının izlerinden ve Trevi – Aşk Çeşmesi, Castel Sant’Angelo, Roma Antik Şehri, Navona Meydanı gibi ünlü yapılardan bahsetmeye başladım. Az da olsa detaylara girmemin ardından sıra yaşadığım deneyimi paylaşmaya gelmişti. Neredeyse İtalya hakkındaki tüm anılarımın silinmesi nedeniyle ailemle gittiğimiz tatilden bir anı gözümün önünde canlandırmaya çalıştım. Her ne kadar sadece Roma’nın dev arenası olan Kolezyum’da gezmiş olsak da anı gözümde canlandıkça önceden bildiğim Kolezyum’un mimari yapısı hakkında bilgileri birleştirince ortaya her ne kadar yaşanmışlığı şüpheli olsa da ortaya bir anı çıkarmayı başardım. Birkaç saniye sonra odadaki herkesin anlattığım anıdan memnun kaldıklarına dair gülümsemeleri olduğunu fark ettim.

Herkes güzel yorumlarını dinledikten sonra odadan çıktığımda, derin bir nefes bıraktım: İşe İtalya’daki anım sayesinde alınmıştım. Şunu asla unutmayın: Önemli olan hayatınızı nasıl yaşadığınız değildir. Önemli olan bunu kendinize özellikle de başkalarına nasıl anlatacağınızdır.

(Visited 40 times, 1 visits today)