Karşınızda kuşanan, bütün kılıçlarını gözlerinizin önünde bileyen bir düşman çoğunlukla onurlu mücadelesini kaybetmeye mahkûmdur. Bu demektir ki tehlikeli olarak nitelendirilen çoğu düşünce tehlikeli olduğu milyonlar tarafından bilindiği sürece tarih kitaplarında büyük felaketlerin sebebi olarak gösterilmemiştir. Toplumu zehirleyen korkusuz bir düşman değil, sinsi bir dosttur. Makul zekâ zehirli olduğunu bildiği bir keki yemeyecek, apaçık tehlikeli bir ormana girmeyecek ve hırsıza malını emanet etmeyecektir, hırsızın kimliğinden haberdar olduğu müddetçe.
“Hoşlanmadığımız bir düşünceyi öne sürdüğü zaman bir düşünürü daha sert eleştiririz. Oysa bizi pohpohladığında onu daha sert eleştirmek uygun olacaktır.” demiş ünlü Alman düşünür Nietzsche. Yani bir düşüncenin sakıncalı ve tehditkâr ifadesi her zaman öyle olduğuna işaret etmez, bazen de sadece sahip olduğumuz veya sahip olmamız istenilen düşünce yapısına karşı olduğunu gösterir.
16 ve 17. yüzyılın en büyük matematikçi ve filozoflarından birisi olarak gösterilen Descartes da “İnsanların gerçekten ne düşündüklerini öğrenmek için söylediklerinden çok, yaptıklarına dikkat edin.” sözlerini sarf etmiştir. Katil hiçbir hedefini öldürmeden önce belirtmez, en azından aklı başında bir katil bunu yapmaz. Ancak yine de bu sakıncalı düşüncelerin tehlikesiz ifadesi, gerçekten tehlikesiz midir? Veyahut “sakıncalı düşünce” ne demektir?
İnsanlar düşünceleri yüzünden yargılanmayı bırakalı bir yüzyıl dahi olmuyor, bu da en gelişmiş bölgelerde. Kadınların oy hakkı ilk kez savunulduğunda birçok insan bunu tehlikeli olarak nitelendirmişti. Bu gerek onların düşüncelerinin ve çıkarlarının bu yönde olmamasından ötürü gerekse otoriteyi sarsacak ve hukukun temeline hasar verecek olduğu sanıldığından bu şekilde nitelendirilmiştir.
Bir varlığın var olduğunu ispat edebilirsiniz. Bazı varlıkların yok olduğu da ispat edilebilir. Ama bir fikrin doğru veya yanlış olduğunu insanlara asla tam olarak ispat edemezsiniz, sadece yeterli delille onları ikna edebilirsiniz. Bu yüzden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu kararı belirli bir mercekten bakıldığında oldukça makul görünüyor. Her insanın farklı toplumdan, farklı kültürlerden, farklı toplumlardan, farklı ailelerden geldiği ve büyütülme şekli, arkadaşları bütünüyle birbirlerinden farklı olduğu için onların zihin filtreleri, Kant’ın deyişiyle pembe gözlükleri farklıdır. Bundandır ki bir insan salt düşüncelerini ifade ediyor diye yargılansın.
Aşırı şüpheci olarak nitelendirilen Pyrrhon bir şeyin doğruluğun ve gerçekliğinden hiçbir zaman emin olamayacağımızı söylemiş, düşüncelerini ifade etmekten kaçınmıştır. Duyuların yanıltıcı olduğunun altını defalarca çizmiş, bir uçurumun kenarında sert bir rüzgâr eserken dahi ayaklarının kayalardan aşağı yuvarlanacağına inanmamıştı. Az önce sözü geçen Descartes da kısmen bu şekilde düşünmüş, duyularımıza tamamen güvenemeyeceğimizi, kimi zaman yanıltıcı olabileceklerini ifade etmişti.
Duyular çevremizden bilgi toplamamızı sağlar. Topladığımız bilgi bizi bir düşünceye veya bir düşünce sistemine yönlendirir. Düşüncelerimiz de bizi amaçlara, amaçlar ise somut eylemlere. Yani yanıltıcı olan duyularımızın eti kemiği olduğu adalet sisteminin insanların hayatlarına düşünceleri sebebiyle son verecek olması insanlara, toplumlara ve insanlığa büyük haksızlık olmaz mıydı?
Gayet tabii, ama düşünceleri sebebiyle yargılanmamak eylemler sebebiyle yargılanmamayı da gerektirirdi bir ölçüde. Bu da katilleri ve suçluları haksız durumundan terfi ettirirdi. Ettirmez miydi? Peki, öyleyse, insanlara yetişme biçimlerinden dolayı biçilen düşünce yapısından dolayı ceza vermek ne denli doğru olur? Adalet sistemi de kişi bazında ve bir psikoloğun anekdotları eşliğinde yürüyemeyeceğine göre güvenilir bir adalet sisteminden söz edilebilir mi?
Rousseau insanların toplum içinde “Genel İrade” ile aynı doğrultudaki kanunlara uyarak tam anlamıyla özgür olabileceklerini söyler. Bu kulağa ideal bir sistem olarak görünmese de günümüz uygarlık seviyesinde adaletin temellerinin en iyi şekilde kurulabilmesi buna bağlıdır. Eğer ‘Genel İrade’yle aynı şekilde düşünmüyorsanız şansınıza küsün çünkü Rousseau sizin özgürlüğe zorlanmanız gerektiğini savunacaktır.
Peki, manipüle edilmiş bir Genel İrade kendi sonunu hazırlamaz mı? Genel İrade, son iki yüz yıldır etkisini göstermeye başlamış olsa da, tarihte çoğu toplumun başına gelen felaketler kendi seçimleri doğrultusunda olmuştur. Ama bu yine de pek bir şey değiştirmez, aksi de bir şeyi değiştirmezdi. Çünkü mutlak ahlakımız ve mutlak doğrumuz doğrultusunda yönetilebiliriz, göreceli düşünce sistemini yasalara katabilecek kadar gelişmiş bir uygarlık olamadık henüz.
Öte yandan yanıltıcı zihinlerimize rağmen ulaşabileceğimiz bilgi, zihinlerimizin dışındaysa, bizim için hiç var olmamış anlamına gelmez mi? Varlığını bilmediğimiz bir şeyin varlığı bizi ne denli etkileyebilir ki? Yani diyeceğim şudur ki okyanusta bir molekül su kadar bilgimiz var etrafımızdaki dış dünyayla ilgili ve bunun doğru olabileceğini de ispat edemiyoruz. Bu bilgiyle başka insanların düşüncelerini yargılamak; sadece düşüncelerini de değil, bizzat kendilerini yargılamak ne kadar etik olurdu, bunu değerlendirmemiz gerekir.
Elinde kanlı bıçaklı bir adam, meydanlara çıkıp insanlara bir grup insanın katledilmesi gerektiğinden bahsediyorsa, onları aşağılıyorsa hala özgürlükten bahsediyor olabilir miydik peki? Bu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin düşünce özgürlüğü olarak sayacağı bir durum olurdu. Ancak başkalarının özgürlüklerini tehdit etmek ne kadar düşünce hürriyeti kapsamına girmelidir?
Düşüncenizin ne denli yararlı veya zararlı olduğunu “Genel İrade” belirler. Genel İrade’nin düşüncelerini kültürü, tarihi, coğrafyası ve gözlemleri oluşturur. Bu sebeptendir ki hukuk sistemi tamamen dolu bir bardak değildir, insan faktörü oldukça da asla olamayacaktır. İnsan faktörü demişken, yazımın başında sözünü alıntıladığım Frederich Nietzsche, özgürlükten defalarca söz edip onu çokça kez farklı şekilde tanımlamasına rağmen ”Böyle Buyurdu Zerdüşt” kitabının bir sayfasında “Erkekler savaşçı olarak eğitilmelidir. Kadınlar da savaşçıların rahatı için eğitilmelidir.” İfadesini kullanmıştır. Frederich Nietzsche birçok insan tarafından 19. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biri olarak kabul edilmektedir. İşte insan doğasının özeti!