İşte karşınızdayım. Güzel İstanbul. Türkiye nüfusunun üçte birinin yaşadığı, adıma şiirler yazılmış bir şehir olarak var olmaya çalışıyorum. Üç bir yanım denizlerle çevrili. Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlarım. Martılar sever beni. Martıların sesleri ve vapurların telaşı benim kimliğinin bir parçasıdır. Boğaz’dan gelen denizin dillere destan kokusu, benim başka hiçbir şehirde bulunamayacak değerim ve farklılığımdır. Tarihi eserlerimi gezmek; vapurların koltuklarına oturmak, martılara simit atmak; boğaz kenarındaki banklarda çay içip, simit yemek; Kadıköy’den Beşiktaş vapuruna binmek de kaçırılmayacak eğlencelerimdir.
Fakat ben artık kendimin güzel olduğumu düşünüyor muyum? Çünkü insanlar yıllar içinde beni çok kirletmeye başladı. Yerlerime çöplerini atıyorlardı, denizime istenmeyen sıvılar akıtıyorlardı. Tarihi eserlerimi bozuyordu, kırıyorlardı. Bu benim canımı çok acıtıyordu. Ben bu kadar mı halkımın gözünden düştüm, beni hiç mi önemsemiyorlar, hiç mi bana saygı duymuyorlar bu insanlar. Nerede o beni seven, koruyan halkım. Bende bu yüzden insanlara bir ders vermek istedim. İnsanlara yıllar içinde binbir felaket ile boğdum. Seller, sağanaklar, depremler vb. gibi. Yıllar içinde bu kadar felakete rağmen insanlara neyi anlatmaya çalıştığımı anlamadılar. Umarım geç olmadan insanlar değerimi anlarlar ve beni kirletmeyip, daha da güzelleştirmeye çalışırlar.