Eğer her şehrin dili olsaydı ve konuşsaydı şüphesiz ki en çok anlatacakları olan İstanbul olurdu. Yüzyıllardır onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış, üzerine şiirler, romanlar yazılmış bu görkemli şehri anlatmadan önce Orhan Veli Kanık’ın bir şiiriyle başlamak istiyorum.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
….
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.
Her sokağında farklı bir hikaye gizlenmiş olmasına rağmen birlikte çok güzel bir bütün oluşturuyor. Mesela Galata Kulesi, 528 yılında Bizans İmparatorluğu tarafından fener kulesi olarak inşa edilse de sonraki zamanlarda süt üretim yerinden hapisaneye kadar farklı amaçlar için dahi kullanılmış. Fakat birkaç cümle önce söylediğim gibi hepsinin farklı hikayesi olsada birlikte bir bütünler. Bir rivayete göre Galata Kulesi ve Kız Kulesi birbirlerine aşık olurlar. Fakat aradaki uçsuz bucaksız Boğaz nedeniyle kavuşmaları imkansızdır. Günlerden bir gün Hezarfen Ahmet Çelebi, Galata Kulesine Avrupa yakasından Anadolu yakasına uçmak için tırmanır. Uçmadan öncede Galata’nın Kız Kulesine yazdığı mektupları da yanına alır. Salacak sahilinin üstünden uçarken mektupları da Kız Kulesine bırakır. Artık Kız kulesi de aşkının tek taraflı olmadığını biliyordur ve bu ikili yüzyıllar boyu bu aşk sayesinde yıkılmadan birlikte günümüze ulaşır. Her kim sevdiği insanla Galata Kulesine çıkarsa onların da bu ikili gibi hiç ayrılmayacaklarına inanılır… Kız kulesinin hikayesini zaten anlatmama gerek yoktur çünkü herkes bu hikayeyi bilir.
Fakat eğer İstanbul hemen şimdi konuşmaya başlasaydı bize bunları anlatmayacağı kesin çünkü onu çok başka bir derdi var. Tabii ki kendi kendine dertlenmedi bu destansı şehir, evet sizinde tahmin ettiğiniz gibi insanlar yüzünden yine. Vapurla Anadoludan Avrupa yakasına geçerken gözüme bir şey çarptı oraya ait olmayan bir şey. Tabii ki yüksek, gelişmiş ve modern binalar yapmayın demiyorum fakat yıllara meydan okumuş bir tarihi eserin on metre ötesinde ne işi var bu binaların. Tarihi katletmenin ne anlamı var? Araya biraz mesafe bırakın, çarpık kentleşmeden İstanbulu göremiyor insanlar. Birde geçtiğimiz günlerde suçlarını itiraf ediyorlar, iş işten geçtikten sonra. Başka ülkelerin özenerek baktığı yerlere bir çöpmüş gibi davranılmasından bahsetmiyorum bile. Her şeye rağmen hala dünyayı büyüleyen bir şehir olan İstanbul’a en kısa zamanda iyileşmesi dileğiyle…