Issız Bir Ada

Herkese tekrar selam! Kasım ayında yeni bir blogla beraber karşınızdayım. Bu bloğumda sizleri ıssız bir adaya götüreceğim. Eğer hazırsanız hikayemize başlayalım!

Bugün çok heyecanlıyım! Bugün hayatımda ilk defa uzun bir gemi yolculuğuna çıkacağım. Daha iyisi en iyi arkadaşlarımla gidecektim! Elif, Nehir ve Ömer Mete. Biraz da tırsmıyor değilim. Sonuçta uzun bir süre bir de denizin üstünde. Aman negatif düşünmekten nefret ederim biraz daha pozitif olalım. Ne güzel 5 günlük lüks bir gemide olacağız. Sonunda geldiler. Kapıyı açtım. ”Kim denizin dibine batmaya hazır?” diyerek ilk Elif girdi Londra’daki huzurlu evime. “Öf Elif saçmalama lütfen! Batma ihtimalimiz yüzde 10 falan” diyen tatlı sesiyle Nehir girdi içeri. Ardından Ömer Mete, “Yüzde on mu? Yani yine de batabiliriz! Gitmesek mi acaba?” dedi biraz ürkmüş halde. “Şaka canım sende ne kadar safsın böyle.” diye tersledi Elif. “Ohoo daha 1 dakika bile olmadı gençler. 5 koca günü gemide cennetlik oluruz herhalde” dedim. Herkes güldü. “Eee ne zaman çıkarız?” dedi Elif ve Nehir. “Durun canım daha üç saat var valizime koyacağım son bir şey kaldı. Siz oturun ben hemen gelirim.” dedim ve içeri, odama gittim. Valizime ne olur ne olmaz diye evde bulundurduğum su arındırma aparatını koydum. “Çıkalım mı?” dedim. Herkesten onay aldıktan sonra nihayet yola çıktık. Bineceğimiz gemi şehir dışındaki bir limandaydı. Yani yol 1 saat sürüyordu. Heyecanla yolu izlemeye başladım.

Sonunda limana ulaştık. Pasaport kontrolünden geçtik ve sonunda gemiye bindik. Elif’in geminin İngilizcesiyle ilgili soğuk espriye de maruz kaldıktan sonra odamıza geçtik. “Vallahi bu oda benim odamdan daha temiz” dedi Ömer Mete. Hepimiz güldük. “Acıkan var mı?” diye sordu Nehir. Gerçekten de acıkmıştık. Nehir çantasından 4 paket kraker,2 paket cips ve bir şişe meyve suyu çıkardı. “Bunları nasıl içeri soktun?” diye sordum. “Kendime özel taktiklerim var” dedi Nehir. Geçekten bu kız her bir yolculuğa gizlice yiyecek sokabiliyordu. Kısa bir süre sonra geminin hareket anonsunu duyduk. “Duyduğuma göre bu gemide havuz varmış!” dedi Elif. Havuzlara bayılan Ömer Mete, “Nerede? Nasıl?” diye heyecanla sordu. “Hadi gel gidip bakalım!” dedi Elif. “Siz gelmiyor musunuz?” dedi Ömer Mete. “Biz size sonra katılırız” dedim. Onlar gittiğinde “İyi dedin Defne, o kadar yoruldum ki şuracıkta bayılabilirim. Bunların enerjisi nasıl bitmiyor?” dedi Nehir yorgun bir sesle. “Ben de yoruldum biraz uzanacağım” dedim ve yatağıma yöneldim. Gözlerimi kapattım ve rüyalara daldım.

Uyandığımda gemide değildim. Güneş mavi gökyüzünde parlıyordu. Etrafıma baktım. Kumsal gibi bir yerdeydim. O anda aklımda diğerleri geldi. Ayağa fırladım. “Elif! Nehir! Ömer Mete!” diye defalarca bağırdım. Tam artık koşmaya ve bağırmaya gücüm kalmamışken çağrıma cevap geldi. “Defne sen misin?” Bu Elif’ti! Son gücümle sesin geldiği yöne koşmaya başladım. Sonunda Elif’i gördüm. Sarıldık, birbirimize “iyi misin?” diye sorduk. Ardından denize baktık. Ve bir karaltı gördük. Hemen karaltının yanına yüzdük. O karaltı Nehir’di! Hemen onu kumsala taşıdık. Nefes almıyordu! Elif kalp masajına bense ağzından hava vermeye başladım. Bir kaç dakika öyle devam ettik. En sonunda Ömer Mete’yi duyduk. Yanımıza çağırdık. Güneş batmaya yakın Nehir öksürerek uyandı. Hepimiz ona sarıldık. Ve Elif bu durumda bile yüzümüzü güldürdü. Ama bu sadece saniyelikti. Çünkü havanın karardığının farkındaydık. Neyse ki her birimiz bu durumlarda ne yapılacağını biliyordu. Bir insan böyle bir durumda ilk önce su ve yiyecek bulmalıydı. Barınak yapmak için enerji gerekir. Bunları biliyorduk. Ama yanımızda hiç bir şey yoktu. Ya da vardı. Valizime koyduğum su arıtma aparatını valizime değil cebime koymuştum! Ömer Mete’de de kamp maceramızdan kalan çakmak taşı vardı. Su ve Isınma çözülmüştü. Ama hala yemeğimiz ve barınacak bir yerimiz yoktu. “Kumsalı bir gezelim belki bir şeyler buluruz.” dedim. Herkes onayladı ve ayrıldık. Nehir ve ben sol tarafı, Elif ve Ömer Mete sağ tarafı arayacaklardı. Güneş batmak üzereydi. Yani zamanımız çok azalmıştı.

Çok geçmeden Nehir bir valiz buldu. Ben de bir tane can simidi ve bir tane su geçirmez çanta bulmuştum. Bunlar yeterli dedik ve geri döndük. Döndüğümüzde Elif ve Ömer Mete keyifle oturuyorlardı. “Nasıl bu kadar rahatsınız? Burada mahsur kaldık!” dedi Nehir kızgın bir şekilde. Elif arkasında topladıkları muzları ve Hindistan cevizlerini gösterdi. “Acaba?” dedi. Nehir domates gibi kızarmıştı. “Biz de bir şeyler bulduk” dedim ve onlara gösterdim. “Güzel ama içlerine baktınız mı?” dedi Ömer Mete. “Bakalım hadi” Dedik Nehir’le. Valiz ‘in içinden nemli bize biraz büyük gelen kıyafetler, iki tane mont, iki çift ayakkabı, bir tane güneş gözlüğü ile normal bir gözlük çıktı. Nehir ve ben de gözlüklüydük. Tabi ikimizin de gözlükleri şuan okyanusun dibinde bir yerdelerdi. Su geçirmez çantanın içinden ise bir el feneri, yarısı dolu bir termos ve bir tane cep telefonu çıkmıştı. ” Arkadaşlar, sizce çalışıyor mudur?” diye sordu Ömer Mete. “Deneyelim”  dedim. “Çalışıyor!” diye sevinçle bağırdık. Ama sim kartı yoktu! “Ben şansımıza yaa!” diye taşa vurdu Elif. “Elif şuan hiç zamanı değil. Hava karardı. Daha bir barınağımız bile yok!” dedim. Haklıydım. Elif homurdanarak kalktı. “Artık barınak yapma şansımız yok. Hava karardı. Ormanda vahşi hayvanlar vardır” dedi Nehir. “Ağaca çıkabiliriz” Dedim. Bir an gözüm Nehir’e kaydı. Yüzündeki bakıştan bunu yapamayacağımızı anladım. “O zaman bu geceyi kumsalda geçirelim.” dedi Ömer Mete. Hepimiz onayladık. “Elif ateşte yardım eder misin?” diye sordum. Hemen gelip yardım etmeye koyuldu. Ateşi yaktık. Muzları ve Hindistan cevizlerini yedik. Ve uykuya daldık.

Sabaha karşı alarm sesiyle kalktım. Hepsi rüyaydı! İnanamadım. Birkaç kere kendimi çimdikledim. Alarmımın adına baktım. “Gemi Tatili” yazıyordu.

Evet bir hikayenin daha sonuna geldik. Umarım beğenmişsinizdir. Aralık ayı bloğunda görüşürüz!

 

(Visited 336 times, 1 visits today)