Günümüzde, yani 2789 yılında teknoloji çok gelişmişti. Artık ışınlanabiliyorduk. Bu ışınlanma teknolojisi tabii ki az sayıda kişide bulunuyordu, bunlardan biri de bendim. Bununla beraber çok güzel hayallerim vardı. Örneğin, Dünya kupası maçlarını stadyumda izlemek, Amazon 0rmanları’nı gezmek, Everest Dağı’nın tepesine çıkmak istiyordum. Ve bunlardan en hevesle beklediğim ise farklı ülkelerde farklı yemekleri ve kültürleri öğrenmekti.
Işınlanma makinesinin kullanma kılavuzunu iyi bir biçimde okudum. Bir ansiklopedi kadar kalındı. Ancak o kadar heyecanlıydım ki hemencecik okuyup anlayıp yattım. Sonraki güne erkenden kalktım. Bu maceralara atılmak için sabırsızlanıyordum. Hemen haritanın ilk durağını seçtim. Burası dünyanın oksijeninin beşte birini sağlayan Amazon Ormanları’ydı.
Hemen makineye atlayıp seyahate başladım. On saniye sonra kendimi büyük mü büyük bir ormanın içinde buldum. Burada kuş cıvıltıları, akan su sesi ve saymakla bitmez doğanın bütün güzellikleri bulunuyordu. Yanıma aldığım sırt çantasında görmek istediğim bazı hayvanların listesi vardı. Bunlardan bazıları anakonda, timsah, su samuru, leopar ve jaguar bunlardan sadece birkaç tanesiydi. İlk olarak anakonda görmek için bir su kenarına gittim. Burada büyük sarı bir yılan gözüküyordu suyun içinde. Bir anda üstüme sıçradı. Son anda refleksle hayatımı kurtardım. Sonra timsah için bir yerlere gitmeme gerek kalmadı. Çünkü timsah benim direk karşımda, suyun üzerindeki bir kayada güneşleniyordu. Öbür hayvanlar için de Amazon Ormanları içinde koşuşturup durdum.
Sonra dünya kupası finalinin başlamak üzere olduğunu öğrendim. Arjantin ve Fransa arasındaki bu maçı yaklaşık stadyumda yüz bin kişi izliyordu. Orada kendime yer bulmanın zor olacağını biliyordum. Sonra hemen stadyuma ışınlandım. Maç tam ben geldiğim gibi başladı. Tüm dünyanın gözü bu maçtaydı. Maçın sonunda kazanan Arjantin’di. Penaltılara giden maçta Fransa’ya üstünlük kurarak on iki kiloluk altından oluşan o kupayı müzelerine götürdüler.
Sonraki gün en büyük hayallerimden biri olan Everest Dağı’nın tepesine tırmanacaktım. Bunun için tabii ki ekstradan masraf edip korunaklı ve içten ısıtmalı sağlam dağcılık kıyafetleri aldım. Eve geldiğimden on beş dakika sonra ışınlanma makinesini tekrardan çalıştırıp o devasa dağın tepesine ışınlandım. Tabii ki yanımda bayrak da götürmeyi unutmadım. Dağın tepesine çıkıp o bulunduğum yerin her yerini bu dağın tepesinden izledim. Bu tecrübe gerçekten benim aklıma kazınmıştı.
Yine makine boş durmuyordu. Bu sefer de farklı ülkelerin kültürlerini öğrenmek için o ülkeleri ziyaret ediyordum. İlk olarak İtalya’ya ışınlandım. Orada bölgenin en lüks restoranlarından birinde pizza yedim. Gerçekten de enfes bir tada sahipti. Sonra orada Pisa Kulesi’ni görmek üzere Pisa şehrine gittim. Oradaki o kule her an başıma yıkılacak gibi duruyordu. Yakınından dikkatli ve hızlı adımlarla geçtim. İtalya’dan sonra bir de Fransa’ya gittim. Fransa deyince tabii ki ilk akla gelen şey Eyfel Kulesi olduğu için Paris’e gittim. Kulenin tepesine çıktık ve oradaki dürbünle çevreyi izledim. Oradan sonra Disneyland’e gittim. Kulenin tepesinden çok büyük görünüyordu. İçeri girdiğimizde her şey rüyada gibiydi. İçeride fantastik aletler ve oyun alanları bulunuyordu.
Günün sonunda o kadar yorulmuştum ki bir an önce evime ışınlanıp yatağımda rahat bir uyku çektim. Gelecek günlerdeki yeni maceralarım için şimdiden heyecanlanıyordum.