Hava olması gerektiğinden soğuktu. Sert bir ayaz yüzümde acı bir soğuğa yer vermekteydi. Ellerim çoktan kurumuş ve donmuştu ama ben nedense gözlerimden akan yaşları durduramıyordum. Konuşmaya çalışsam dudaklarımdan akacak sözcükleri ruhuma yedirmeye halim yoktu. Uzun uzun baktığım Ankara ışıklarına sessizce içimdeki acıyı ve özlemi püskürttüm. Ne biri gördü ne de biri duydu ama ben biliyordum ki kalbimdeki acı hafiflemişti.
Oturduğum tepede normalde kimse olmazdı ama nedense bir sürü ses duyuyordum. Müzik, kahkaha, tokuşturma… Bir an kendimi başka insanların yerine koydum. Mesela arkadaşlarıyla bir Cuma akşamı dışarı çıkan bir genç. Yorgun ama eğleneceği ve sohbet edeceği için keyifli. Ya da arkadaşlarıyla birlikte sahil kenarına oturmuş içkisini yudumlayan bir genç kız. İçkinin verdiği rahatlıkla, daha da nahoş bir hale bürünürken şarkı söylüyor. Hayallerimin arasında bulundurduğum bu gizli kahramanlar hiçbir şekilde ne yalnızlığı ne de korkuyu barındırmıyordu. Hepsinde kimse yalnız değil ve kimse ağlamıyordu. Avuçlarımı açıp ellerime baktım. Neye sahiptim ki? Neyim vardı benden geriye? Gitsem kimler üzülebilirdi?
O üzülürdü. Kendini kapatır bir odaya ve tüm gün belki de ilk kez ağlayarak kendini yer bitirirdi. Ne kadar şu anda yanımda olmasa da, bensiz mutlu olduğunu görsem de ne o bensiz ne de ben onsuz yapabilirdim. Birlikte kurduğumuz hayalleri aklıma getirirken kendimi tutamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Kalbim ne kadar geri dönmek istese de beynimi ve mantığımı kullanıp ona doğru adım atmıyordum. Kırılmıştım. Kalbim ve ruhum kırılmıştı. Zaman zaman atlattığımı düşünsem de hatırladığım anda kalbimdeki sızı gün yüzüne çıkıyordu. Onun benden gidişini gördüğüm gün elimde bir hiçle kalakalmıştım. Zordu. Hem baş etmesi hem de kabullenmesi. Gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olana kadar banyonun mermerinde geçirdiğim zamanları unutmak ne mümkün değil mi? Pes ettim en sonunda. Vazgeçtim. Ona dair tüm anılarımı, hislerimi, benliğimi ve düşüncelerimi saklı bir kutuya koyup beynimin en ücra köşelerine ittirmiştim. Şimdi ruhum bomboştu ve ben onun eksikliğini deli gibi hissediyordum. Canım yanıyordu. İşte iyileşmek içinde kendimi yalnızlığımla baş başa bırakıyordum. Başlarda korkunçtu ama elimde hiçbir şans yoktu. Unutmak tek çaremdi ve ben de şimdilerde öyle yapıyordum.
Bir anda yanımda bir amca beliriverdi. “Nasılsın kızım? Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Cevap veremedim. Onun yerine hıçkırıklarım içimdeki acıyı belli etmeye yetmişti. “Bırak kendini. Ağla, dök içini.” dedi. Sarılıp omzunda ne kadar ağladım bilmiyorum ama en sonunda hıçkırıklarım iç çekişlerine, titremem ise soluk alıp verişlerime döndü. Durdu durdu ve bana dönüp;
“Bak güzel kızım, belli ki acı çekiyorsun. Kalbin yara almış, incinmişsin. Bu güzelliğine, masumluğuna yazık değil mi? İnsan gelir, insan geçer. Herkes herkesin hayatına bir kez de olsa dokunur. Kimileri izler bırakırken, kimileri bulut olur uçar. Sen sen ol insanlara ikinci şansı verme. Kalbine ve ruhuna erişip yaralar açmalarına müsade etme. Koru kendini. Gözyaşların o insanların bencilliğinden çok daha değerli.” dedi.
Bakıp uzun bir süre inceledim onu. Farklı bir bakışı var gibiydi. Hızır gibi yetişmişti sanki ve ruhumu beslemişti. Şimdi de kalkıp gidiyordu. Yere doğru kafamı eğdim. Hava kararıyordu. Eve gitmeliydim. Gözüme bir kağıt parçası çarptı.
“Eğer ona bir şansa daha veriyorsan kendini bir daha kandırmayı göze alıyorsun demektir.”
Yerde bulduğum notu alıp cebime koydum ve hızlıca oradan uzaklaştım. Gökyüzüne baktım ve minnet edercesine gülümsedim. Biz insanlar böyleyiz işte. Hayat bizi yerle bir ettiğinde dökülürüz ama yeri gelip elini uzattığında da dünyanın en güçlü insanıymış gibi dik dururuz ayakta. Umarım hayat herkese böyle güzel şanslar gönderir.