Yanımdaki kolonun arkasından birinin geçtiğini hissettim. Çok hızlıydı. Sanki yürümüyordu, süzülüyordu. Şimdi aynı hissi arkamda hissettim. Emin olmak için arkama baktım ve “Dersimde uyumaya nasıl cüret edersin” diye bir ses geldi. Başımı kaldırdığımda iki çatık kaş ortasında bir çizgi, kapkara gözlerle mitoloji hocası bana bakıyordu. Normalde mitolojiyi çok severdim. Bütün eski tanrılar hakkında az çok bilgili olduğumu düşünürdüm. Mitoloji konusunda ne görsem hemen okumaya başlardım ama nedense üniversitedeki mitoloji dersleri bana çok sıkıcı geliyordu. Hocam parmağıyla kapıyı gösteriyordu. “Bu ders uyuma dersi değil, bunu öğrenene kadar derslerime gelme.” dedi.
Ben de sınıftan çıktım ve hiç gitmeye fırsat bulamadığım yere yani Beyoğlu’na gittim. Birkaç tane sahafta uzun zamandır aradığım bir kitabı sordum ama ellerinde olmadığını ayrıca aynı kitabı birtakım insanların da sorduğunu öğrendim. Caddenin en sonundaki sahaf benim son umudumdu. Sonunda yıllardır aradığım kitabı gördüm. Bütün Türkiye’de satımı durdurulmuş olan bu kitap “İstanbul’un gerçekleri” Beyoğlunda bir sahaftaydı ve tam karşımda duruyordu. Sahaf kalın sesiyle “Bu kitap önceki sahibine çok büyük belalar açmış. Bir delikanlı kitabı yarım saat önce getirdi. Bana, hala yaşayabilirim artık hiç bir şey umurumda değil, deyip ışık hızında koşmaya başladı valla. Küçük hanım bu kitabı hala almak istediğinden emin misin? “ dedi. Sahafın dedikleri çok ilginçti ama bu kitaba olan tutkuma hiçbir şey mani olamazdı.
Hemen satın aldım ve kitabı açtım bir anda bir elin büyüklüğünü geçmeyecek boyutlarda bir not yere düştü. Üzerinde :
Mendilini al ve tut gözüne. Ortalıkta dolaşmaz sever yeraltını. Esir tutulan haksızın yanında olacak. Tekrar gelecek yeryüzüne.
Zeus’un sevdiğini kurtarana ölümsüzlük gelecek. Bütün Dünya’nın hükümdarı olacaklar.
Athena çevirdi onu canavara, o da çevirecek herkesi taşa.
Savaşlar çıkacak ortaya. Ölümlü kalmayacak dünyada.
Zincirler çözülecek sonunda, kurtulacak hapsolduğu zindandan ve çıkacak ortaya . Hera’yı devirecek.
Gözyaşını geçince hemen göreceksin onu ve gerçekleşecek kehanetini.
Gördüklerimden bir anlam çıkartamadım. Notu almak için eğildiğim zaman yanımdaki su birikintisinden simsiyah bir adamın arakamda birkaç metre uzakta elinde bir telefonla konuştuğunu gördüm. Bana doğru yaklaşıyordu. Caddenin diğer tarafına döndüğümde siyahlar içerisinde başka bir adamın daha bana doğru yürüdüğünü gördüm. Kitabı çantama notu ise cebime koydum ve hemen uzaklaşmam gerektiğini anladım. Yandaki karanlık sokaklardan birine saptım. Sokak çok dardı ama hızlıca ilerliyordum. Siyahlı adamlar hala arkamdan geliyordu. Birden sokağın sonunda diğer siyahlı adamlara benzemeyen daha zengin görünümlü bir adam karşıma çıktı hepsinin ceketinde şimşek işareti vardı.
Bana doğru yaklaşıyorlardı. Çantayı istediklerini düşünerek çantayı sokağın ortasına attım. Adamlar çantaya doğru koştular bende boruya tutunarak binanın üst katlarına tırmanmaya başladım. Çatıya ulaştığımda yan binanın balkonuna geçebileceğim bir aralık olduğunu gördüm. Oradan yan binaya geçtim. Çatılar üzerinde bir binadan diğerine koşmaya başladım. Ancak bir an dengemi kaybettim ve çatının ucuna doğru yuvarlandım. Yağmur oluklarını tutmayı denedim ancak başaramadım. Aşağıya doğru düşmeye başladım. Artık ölmek üzere olduğumu biliyordum. Bu düşüşten sağ kurtulmama olanak yoktu. Birden yere çarptım ama nedense korktuğum kadar sert bir çarpma olmadı. Şaşkınlıkla düştüğüm yere ve etrafıma baktığımda koca bir çöp taşıyıcısının içine düştüğümü fark ettim. Sokağın iki tarafına korkuyla baktım. O üç kişiden hiç iz yoktu. Hızla eve doğru yol aldım. Eve varır varmaz çöp kokularından kurtulmak için sıcak bir duş aldım ve hemen uyudum.
Nem ve karanlık yüzünden göz gözü görmüyordu. Yılan tıslaması duydum. Duyduğum yere doğru yöneldim. Yerler ıslaktı. Etrafımı ellerimle yoklamaya başladım. Yılan tıslaması artıyordu. Kolonlardan birini el yordamıyla fark ettim. Kolonda değişik bir kazıntı olduğunu hissetim. Tıslama daha da artmıştı. Sonra yürümeye başladım. Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Sanki tıslamanın geldiği sesi yakalayacaktım. Bir sürü kolon vardı ama hiç birisinin üzerinde ilk dokunduğum kolondaki gibi kazıntılar yoktu. Sese çok yaklaşmıştım. Yürümeye devam ettim. Tıslama kayboldu ve sadece ben yürüdüğüm zaman çıkan şapırtı sesleri kalmıştı. Tek bir tane duyulan şapırtı sesi birden üç tane duyuluyordu. Şapırtı sesleri hızlandı. Fark etmediğim birileriyle çarpıştık ve suya gömüldüm. Güneş gibi parlayan bir ışık doğdu. İki tane benim yaşlarımda delikanlı gördüm. Delikanlılardan birisi sarışın diğer ise esmerdi. Sarı saçlı olan denizde kayboldu. Esmer olan ise aniden yarılan zeminin içine girdi. Benim üzerimde bir savaşçı kostümü vardı. Sonra her şey benden uzaklaşmaya başladı. Kendimi antik bir tapınağın kapısında buldum. Benimkine benzer bir kostüm giymiş olan orta yaşlı bir kadın beni tapınağa davet etti ve kayboldu. Tapınağa gidim. “Kimse var mı?” diye seslendim. Ama hiç kimse yoktu. Sonra denize açılan bir balkona doğru ilerledim. Çok güzel bir kız gördüm. Beklenmedik bir şekilde balkona sokakta gördüğüm zengin görünümlü adam indi. Şimdi üzerinde güzel kızın giysilerine bezer antik çağlara ait giysiler vardı. Kıza onu çok sevdiğini söylüyordu. Kız da onu çok sevdiğini söylüyordu. Kız adama yaklaşarak yanağına bir buse kondurdu. Benim dışımda onları gören bir kişi daha vardı. Bu davetsiz misafir savaşçı görünümlü bir kadındı ve güzel kıza kızgın gözlerle bakıyordu. Birden lanetli sözleriyle kızı hedef aldı. Tapınak kuralarına ihanet ettiğinden bahsediyor bu yüzden de lanetlendiğinden bir daha hiç kimse ona bakamayacak duruma geleceğinden bahsediyordu. Gülen ve buseler konduran kız bir anda saçları ve göbeğinden sonrası yılana dönüştü. Kızın sevgilisi miğferli kadına bağırıyor. Bunun haksızlık olduğundan bahsediyordu. O zaman zengin görünümlü adam Zeus’tu! Ben bu olanları daha önce görmüştüm. Bu Medusa’nın hikayesiydi.
Gözlerimi açtığımda her tarafım ter içindeydi. Gördüğüm rüya beni çok etkiledi. Çünkü gerçek olduğunu sandım. İçimden bir ses Sultanahmet’e gitmem gerektiğini söylüyordu. Hemen üzerime dışarıya uygun bir şeyler giydim. Metroyla Sultanahmet’e geldim. Her taraf turistlerle doluydu. Tam da rüyamda olduğum yerdeydim. Ezan sesi duyulunca ortalık biraz olsun tenhalaştı. Rüyamda gördüğüm iki delikanlı karşı kaldırımdaydı. Sanki beni bekliyorlardı. Hızla yanlarına gittim. ”Ben sizi tam da burada rüyamda gördüm.” dedim. Çocuklardan sarışın olan “Maalesef bu olaydan ne kadar çıkmak istesem de çıkamıyorum bıktım.” dedi. Esmer olan “Biz de seni dün rüyamızda gördük .Bunların bir nedeni var. Bizim kaderimiz bu . Amacımız Medusa’nın tekrar canlanıp Dünyayı kasıp kavurmasını önlemek. Seni zaten biliyoruz. Bu arada ben Hades’in oğlu Leto. O da Poseydon’un oğlu Pallas. Pallas’ın sinirli olmasına aldırma kız kardeşinin-Medusa- dirilmesinde…” diyordu ki Pallas sözünü kesti .”Artık Şimşeğin oğulları bulmadan mezarı bulmalıyız” dedi. Rüyamda duyduğum tıslama sesini tekrar duydum. Takip etmeye başladım. Pallas ve Leto beni takip etmeye başladılar. Tıslama bizi Yerebatan Sarnıç’ına götürüyordu. Bugün turistlere açık değilmiş.(çok şanslıydım)Biz gizlice içeri girdik. İçerisi çok karanlıktı tıpkı rüyadaki gibi. Bir ışık yanıp söndü sarnıçta. Işığa doğru ilerledim ve Şimşeğin oğulları tarikatını gördüm. Ellerinde benim kitabım vardı. Cebimden notu çıkardım azıcık olan ışıkla nota baktım artık daha iyi anlıyordum. Benim notum olmadan mezar buluna bilirdi ama kehanet gerçekleşemezdi. Bizim tek yapmamız gereken Kitabı ve notu yakmaktı. Notu okumadan ve çiğnemeden yuttum. O sırada Tıslama sesini bir kez daha duydum. Yine sesi takip etmeye başladım. Bizi bir tünelle tarikatın arkasına çıkarmıştı. İşte tam da o an Beynimde şu sesler çalkalandı. ”Artık özgür bırak beni…bırak sevdiğime kavuşayım”. Pallas sarnıçta biriken suyu büktü ve tarikatçıların elinden kitabı aldı .sonrada yine suyu bükerek tarikatçıları engelledi. Leto yeri yardı ve yarılan yerden kocam alevler çıkmaya başladı. Kitabı o alevlerin içine attı. Sonra miğferli bir kadın geldi. Bana Leto ve Pallas’a baktı ve “Artık bir Tanrı olmayı hak ettiniz” dedi. Başarmıştık. Kaderimizin amacını tamamlamıştık. Miğferli kadın tekrar bana baktı ve “Kızım senin görevin hala bitmedi. O canavarın Kabri burada var ve hep kalacak ama Aklının bir köşesinde hapsolmuş bir Medusa var unutma! O kehanet aslında sendin. Sen Medusa’nın kurtulmasına izin verecek olan kişisin. Bunu hiç aklından çıkarma. Not sadece kehanetin bir parçasıydı.” dedi. Sarnıçta kocaman bir ışık oluştu Pallas, Leto ve Miğferli kadın-Athena, Annem- ile birlikte Işığa doğru ilerledik.Tıslama bizi Yerebatan Sarnıç’ına götürüyordu. Bugün turistlere açık değilmiş.(çok şanslıydım)Biz gizlice içeri girdik. İçerisi çok karanlıktı tıpkı rüyadaki gibiydi. Bir ışık yanıp söndü sarnıçta. Işığa doğru ilerledim ve Şimşeğin oğulları tarikatını gördüm. Ellerinde benim kitabım vardı. Cebimden notu çıkardım azıcık olan ışıkla nota baktım artık daha iyi anlıyordum. Benim notum olmadan mezar buluna bilirdi ama kehanet gerçekleşemezdi. Bizim tek yapmamız gereken Kitabı ve notu yakmaktı. Notu okumadan ve çiğnemeden yuttum. O sırada Tıslama sesini bir kez daha duydum. Yine sesi takip etmeye başladım. Bizi bir tünelle tarikatın arkasına çıkarmıştı. İşte tam da o an Beynimde şu sesler çalkalandı. ”Artık özgür bırak beni…bırak sevdiğime kavuşayım”. Pallas sarnıçta biriken suyu büktü ve tarikatçıların elinden kitabı aldı .sonrada yine suyu bükerek tarikatçıları engelledi. Leto yeri yardı ve yarılan yerden kocam alevler çıkmaya başladı. Kitabı o alevlerin içine attı. Sonra miğferli bir kadın geldi. Bana Leto ve Pallas’a baktı ve “Artık bir Tanrı olmayı hak ettiniz” dedi. Başarmıştık. Kaderimizin amacını tamamlamıştık. Miğferli kadın tekrar bana baktı ve “Kızım senin görevin hala bitmedi. O canavarın Kabri burada var ve hep kalacak ama Aklının bir köşesinde hapsolmuş bir Medusa var unutma! O kehanet aslında sendin. Sen Medusa’nın kurtulmasına izin verecek olan kişisin. Bunu hiç aklından çıkarma. Not sadece kehanetin bir parçasıydı.” dedi. Sarnıçta kocaman bir ışık oluştu Pallas, Leto ve Miğferli kadın-Athena, Annem- ile birlikte Işığa doğru ilerledik.