Soğuk. Ayaklarım üşüyor. Ellerime zehir dolu şişeyi alıyorum. Gözlerim buğulu. Neden bilmiyorum. Bir yudum alıyorum. Boğazım yanıyor. Rüzgâr tekrar esiyor. Bu kaçıncı bilmiyorum. Gözlerim hala buğulu. Ama görüyorum. Güneşin kızıllığını ve kuşları… Her yerde gökyüzünü dövercesine hızla kanat çırpan kuşlar var. Özgürlüklerini ilan etmek istercesine çığlık çığlığa ölüyorlar. Onlara katılmak, gökyüzüne yükselmek ve dertlerimi haykırmak istiyorum, yapamıyorum. Zamanım kısıtlı, derdim çok.
Seni düşünüyorum. Her zamanki gibi… Gülüşün canlanıyor zihnimde. Ama sadece görüntü var, ses yok. Dişlerimi birbirine bastırıyorum. Görüşüm yine bulanıyor. Ellerimi kulaklarıma götürüyorum. Duymak istiyorum. Ayağa kalkıyorum. Yetmiş bir katlı binadan dünya o kadar da farklı gözükmüyor. Hayal kırıklığına uğruyorum.
Etraftaki binalara bakıyorum. Geçmiş ve gelecek bu binalarda yatıyor. Hatıralar acılar ve kahkahalar duvara işlenmiş. Dağları görmek istiyorum ve de ormanları. Etraf gri. Tekrar hayal kırıklığına uğruyorum.
Korkuyorum bir kâbusta gibiyim. Kimse beni görmüyor. Sen beni görmüyorsun. Cebimdeki telefon titreşiyor, açmıyorum. Nasıl olsa sen aramazsın. Beni kimse aramaz. Sağır bir insan aranmaz.
Ellerim yine kulaklarıma gidiyor. Duymak istiyorum, sesini, gülüşünü… Seni istiyorum. Sen yoksun, biz yokuz. Yokluğun bir deniz oluyor ve ben boğuluyorum. Nefes almaya çalışıyorum. Daha çok boğuluyorum.
İnsanlar ölüyor, insanlar yaşıyor ama ben korkuyorum. Ölü olacağımı bilsem bile seni özlemekten korkuyorum. Öldürücü derecede acı dolu anılar doluyor zihnime. Kalbimde kabuğu yüzlerce kez yolunmuş yaralardan biri oluyorsun sen de.
Rüzgâr tekrar esiyor. Buruk bir özgürlük okşuyorum tenimi. Bir adım atıyorum özgürlüğe doğru, ansızın duraksıyorum. Neden tereddüt ediyorum? Tükenmişliğin son basamağında kurtarılmayı bekliyorum. Yine acizim. Ama biliyorum sevilmeyeceğimi, bir daha asla yeni bir insanla tanışmayacağımı, bir partiye katılmayacağımı, dans etmeyeceğimi, sesim kısılana kadar şarkı söylemeyeceğimi, duyamayacağımı… Kafama bir silah dayanıyor ve beynim siyaha boyanıyor. Yalnızlığın getirdiği düşünceler katlanılmaz bir hal alıyor. Haykırmak istiyorum, olmuyor.
Korkuyorum artık. Son kez nefes alıyorum. Son kez gözümü kırpıyorum belki de. Boğazıma diziliyor tüm çığlıklar, duymak istiyorum. Kapatıyorum göz kapaklarımı, seni düşünüyorum. Özgürlüğe kollarımı açıyorum. Bırakıyorum kendimi sana sonra birden endişeleniyorum. Sanırım altmış yedinci kattayım. Seni sevdiğimi söylemek istiyorum, konuşamıyorum. Tonlarını yitirmiş renkler, sesler, gözler… Hepsi bedenimde can buluyor. Sen yoksun.
Elli dokuzuncu kata geliyorum. Küçüklüğümü hatırlıyorum. Güneşin eski rengini, uçup giden umutlarımı, annemle parkta geçirdiğimiz günleri, uçakta cennete selam gönderişlerimi, nefretimi, giderek artan öfkemi, isyanlarımı ve pes edişimi… Şimdi yaptığım şey de pes etmek sayılır mı bilmiyorum. Seni özlüyorum. Kendime bir çıkış yolu arıyorum, hiçbiri sana çıkmıyor.
Kırk ikinci kata geldiğimde gözlerim tekrar bulanıyor. Öldüğümde acı çekeceksin. Biliyorum, ağlamaya başlıyorum. Gelmeni bekliyorum her bir hücremle, gelmiyorsun. Kalbim ağrıyor. Sesini duymak istiyorum.
Seni düşünüyorum. Yirminci kata geliyorum ve hala seni düşünüyorum. Karanlığın olmadığı bir yerde buluşacağız, biliyorum. On beşinci kata geldiğimde karnabaharı düşünüyorum. Acaba tadı sandığım kadar kötü müydü, merak ediyorum. Güneş batıyor, ben doğuyorum. Hala sana aşığım. Ölüm bile bozamayacak dokunulmazlığımızı, biliyorum.
Son kattayım, sesini duyuyorum. Hasta kulaklarım sesini duyuyor, seni seviyorum. Ve şimdi asıl olmam gereken yerde, hayata başladığım yerde, kalbindeyim. Vazgeçilmez oluşun sırrı bu işte: Senin olmadığın yerde ne olduğunu biliyorum.