Tarihin hangi çağı olsun veya dünya üzerinde hangi ülkede bulunursa bulunsun tüm insanların ortak bir özelliği vardır : kendininki dışında hayatları tatma isteği. Daha insanların ilk barınakları olan mağaralarda bile rastlayabiliriz bu gerçeğe. Dönemin insanları hayatta kalmak için yapılması gerekilen tüm işleri göz ardı edip yaşadıkları mağaraların duvarlarına resimler çizmişlerdir. Uzmanlar bu durum için birçok açıklama geliştirmiş olsalar da en çok kabul göreni mağara insanlarının bu resimleri deneyimlerini aktarmak için kullanmış oldukları açıklamasıdır. Peki ya farklı çağlardan farklı insanlar neden birbirlerinin düşüncelerini ve deneyimlerine bu kadar ehemmiyet göstermişlerdir ? Bu soruyu cevaplayabilmek ve günümüzde birçok kişinin “medya bağımlılığı” olarak tanımladığı dizi ve film izleme alışkanlığını açıklayabilmek için insan psikolojisine bakmamız gerekir.
İnsan doğası gereği sosyal bir varlıktır. Bu sosyallik kapsamında da bir başkasının duygularını ve isteklerini anlama isteği yani empati de vardır. Empati yalnızca tanıştığımız insanlarla kurduğumuz bir olgu değildir. Mesela bir insan kendisinden binlerce yıl öncesinden yaşamış olan bir insanın, kendisinden tamamen farklı bir ülkede yaşayan bir kişinin hatta bir hayvanın bile hissettiklerini anlama çabasına girebilir.
Tarih boyunca üretilmiş tüm medya öğelerinin özünde insanların gelişmiş empati kurma kabiliyetleri vardır. Kitaplardan tutun da filmlerden müziğe kadar tüm sanat parçaları bu prensibe dayanır. Bu duruma örnek olarak film ve dizi endüstrisi örnek verilebilir. Herhangi bir görsel basın ürününün başarılı olabilmesi için – kurgusal bir evrende gerçekleşiyor dahi olsa – konusunun insanların ilişki kurabileceği şekilde yazılmış olması gerekir. Mesela bir süper kahraman dizisi izlediğimizde hikayeni içgüdüsel bir şekilde kurgu olduğunu anlayabilsek de içeriğindeki sevgi, korku, umut gibi insan duygularıyla kendi hayatımız arasında ilişki kurabiliriz.
Özellikle günümüzde gençlerde bulunan dizi ve film izleme alışkanlığı birçok kişinin aklında soru işaretlerine sebep oluyor. Bu alışkanlık birçok kişi tarafından “medya bağımlılığı” olarak tanımlansa da bana göre tüm dizi ve filmler için bu kadar siyah ve beyaz tanımlamalar yapmak doğru değil. Birinci olarak çoğu kişinin de kabul edeceği üzere her görsel basın ürünü aynı kalitede sayılamaz. Bazı diziler bize hayat üzerine yeni perspektifler kazandırıp “hayat değiştirici” olabilirken bazı diziler yalnızca zaman kaybıdır. İkincisi süre faktörüdür. Herhangi bir aktivite ne kadar yararlı olursa olsun dünya üzerindeki en değerli varlığımız olan zamanı boşa harcamamıza sebep oluyorsa o aktivite özünde bizim için zararlıdır.
Dizi veya film izleyen birini gördüğümüz zaman hemen o insanla ilgili herhangi bir kanıya varmadan önceki insanların içgüdüsel olarak hikayelere bir düşkünlüğü olduğunu aklımızda tutmalıyız. Her kitap, her film, her dizi, her hikaye insanlığın toplu yaratıcılığı ve deneyimlerinin bir ürünüdür. Margaret Atwood bunu “Damızlık Kızının Öyküsü ” kitabında bu durumu şöyle ifade etmiştir : Hikâye anlatıcılığını asla öldürmeyeceksiniz çünkü bu insan planında yerleşiktir. Biz de onunla geliyoruz.”