İnsanların doğduğunda iyi mi kötü mü olduğu sorusu bir çok farklı kişi tarafından farklı şekillerde cevaplanılmıştır. Bu soru ilk defa Sokrates tarafından sorulmuştur. Ardından farklı düşünürler farklı şekillerde bu soruyu yanıtlamışlardır. Örneğin Rousseau insanların doğuştan iyi olduğunu savunurken, Adler ise her ne kadar nötr olsa da çevre tarafından yönlendirilmeye müsait olduğunu savunmuştur. Bana sorarsanız, en vurucu görüş Schopenhauer’e aittir. Schopenhauer, zevk için işkence edebilen bir canlının iyi olamayacağını savunur.
İnsanlar, yüzyıllar boyunca yangınlara ve yıkımlara sebebiyet vermiş bir savaş halindelerdir. Liderler, sırf kendi egolarını tatmin etme amacıyla bile fakir topluluklara saldırmışlardır. Ancak bu yıkım isteği sadece büyük konumlardaki insanlara ait değildir. Bir çok çocuğu sokakta yavru kediler ve köpeklere zarar vererek oynadığını görebilirsiniz. Veya sıcak bir yaz gününde zevk içinde öldürdüğümüz o sivrisinekler. Bir çoğumuz yakaladığı bir sineğin kanatlarını kopartmıştır ya da kopartan birini tanımıştır. Mutfak balkonunu basmış karıncaları vahşice kovma isteğimiz. Bana sorarsanız bunların hepsi insanların doğuştan kötü olmasa bile şiddete eğilimli olduğunu kanıtlar niteliktedir. Eğer insanın çevresinden kaynaklanarak değişebileceğinden dolayı bunları yaptığını savunursanız da, hiç bir problemi olmamasına rağmen sırf anne ilgisi için ağlayan bebekleri örnek gösterebilirim size. İnsanların her bir davranışında bencillik kırıntısı bulunmaktadır. Yolda yürürken sokakta gördüğümüz bir dilenciye para verme sebebimiz; çocuğun aç olduğunu düşünmemiz değil, yol boyu vicdanımızın acı acı sızlamaması içindir. Siz hiç durduk yere herhangi birine destek olan birini gördünüz mü? Ünlü insanlar fakir bir öğrenciye burs sağlarken aynı zamanda kendi reklamlarını düşünüyorlar. Sürekli olarak kendimize insanları hayvanlardan ayıran özelliğin vicdan olduğunu söylüyoruz. Ancak hiç bir zaman iyi canlılar olabilseydik o vicdana ihtiyaç duymayacağımızı söylemiyoruz. Her gün hepimizin aklına onlarca “vahşi” düşünce geliyor ve bu düşünceler gelip geçiyor. Peki ya, yasalar, cezalar, hapishaneler, kurallar ve yakalanma ihtimaliniz olmasaydı bu düşünceleri gerçeğe döker miydik? Bir suçlu ve ortalama bir insan benzer düşüncelere ve zihniyetlere sahiplerdir. Normal bir insanın bir suçludan tek farkı, suçlunun düşündüğü eylemi gerçeğe döküp yakalanmasıdır. İnsanların büyük bir kısmı yakalanma ihtimalinden korktuğu için düşüncelerini eyleme dökmemektedir. İnsanların beynine girip düşüncelerini okuyabilseydik, her birinde şiddet dürtüsü ve bencillik gözlemleyebilirdik. Eğer bir arkadaşınız ile sohbet etmekten memnun olmasaydınız o kişi ile arkadaşlık kurmazdınız değil mi? Çünkü bu kişinin size her hangi bir getirisi yok ve bu kişi ile arkadaşlık kurmak harcayacağınız emeğe değmeyecek. Ancak bu kişi sizin temizlik, ödev, çamaşır gibi bir takım işlerinizi yapsaydı bu kişi ile arkadaşlık kurmak birden cazip görünmeye başlardı. Çünkü yapmaktan hoşlanmadığınız birtakım iş, arkadaşlık etmek gibi küçük bir bedel karşılığında yapılmış olacak.
Hayatımızın her yerinde insanların bastırılmış dürtülerine dair ve kendi çıkarları için yaptığı hareketlere tanık olabilmekteyiz. Bence bu dürtü ve hareketler Schopenhauer’in her insan doğuştan kötüdür düşüncesini kanıtlar niteliktedir. Ancak eğer bu düşünceler her insanda ortak ise, bu düşünceleri kötü kılan nedir bunu da sorgulamamız gerekiyor. Veya basit düşünmek gerekirse, neyin iyi neyin kötü olduğunu…