İnsaniçincilik

Bir gün bir insan çıkagelmiş. İnsan habersiz ve bilgisizmiş. Yeni dünyasını tıpkı meraklı bir kedinin gözünü ilk açtığında etrafına baktığı gibi selamlamış. Ağaçları, denizleri, nehirleri, dağları, hayvanları… Hepsini teker teker köşe bucak incelemiş ki anlasın neden burada olduğunu. Anlasın hayat gayesini. Yanıtı aramaya koyulmuşken eşsiz güzellikteki yaşam alanını da bir güzel keşfetmiş. Nehirlerin maviliğini, hayvanların binbir çeşit türünü, denizlerin enginliğini… Hayran kalmış her bir bakışında.

Yıllar geçmiş fakat insan hâlâ bulamamış amacını. Her yere bakmış. Boşunaymış ancak bu çabası. İnsan cahilmiş bir kere. Her yere sormuş kendince. Başka biri de yokmuş yardım edecek. Herkes meşgul olduğundan da değil. Kimse yokmuş ki bu insanın yanında. Yapayalnızmış sanki. Yalnızlıktan kahrolacakmış neredeyse! Amaçsız bir hayat nasıl üzüntüye sokmuşsa onu, koyu yalnızlığı da hayatındaki renkleri alıp götürmüş. Gri ve çirkinmiş bu hayat. Yalnız ve acımasız…

Ne zaman ki dayanamayacak raddeye gelmiş, ağaçlarla dost olmuş. Ağaçlar ona güvenli kollarını uzatmış, yardım etmiş. Onu iyileştirmiş. Fakat ağaçların bilmediği bir şey varmış: insan iki yüzlüymüş ve dostlukları çürümeye başlamış. Bu öyle bir dostlukmuş ki insan; ağaçları kendi istediği şekillere, motiflere dönüştürmeye başlamış. Ağaçların güvenini yıkmış, kendi çıkarınca kullanmış. Onları hapsetmiş kendince uydurduğu kalıplara. İşte tam bu anda insanlık oluşmuş. İnsanlık sahte ve iki yüzlüymüş. İnsanlık çirkinmiş. Ne zaman ki bir yağmur yağsın hemen yüzleri asılır ağırlaşırlarmış; ne zaman ki yüzlerine bakılmasın hemen hastalanır, hastalıklarını da yayarlarmış diğerlerine. İnsan da ilk hatasını işlemiş olmuş. Kendi zevkine göre devam etmiş tasarlamaya. Tasarlamış da tasarlamış… İnsanlık durdurulamaz bir şekilde büyümeye devam etmiş.

Günlerden bir gün bir bakmış insan, artık ne bir ağaç ne bir ot kalmış. Her yer insanlıkla dolmuş. O güzelim manzara soluvermiş insanlığın çirkinliğiyle. Nehirler kurumuş. Hayvanlar kovulmuş kendi evlerinden. Tüm bunun suçlusu da önce insan sonra da insanlığın ta kendisiymiş. İnsanın bencilliği, acizliği, narsistliği, küstahlığı batırmış kendi dünyasını. İnsanlığın da toplu pisliği…

İnsan aptalmış. Kazandığını sanmış. Dünyada tek olmak ve en güçlü olmak istemiş. Dolaşmış, önüne çıkan her şeyi yakıp yıkmış. Kazanmak istemiş. Çok çok çok istemiş. Ama kazanamamış… Doğayla olan savaşını tam kazanacağını sanmış ki aslında çoktan kaybetmiş. Doğa yüzünü çevirmiş, belki de çevirmek zorunda kalmış. Her zaman kucağını açan o sıcak ve tatlı doğa artık yokmuş. Doğa sinirlenmiş. Ve insanlıkla olan o amansız savaş başlamış.

Bu savaş insanın lehine değilmiş. Bütün kartlar doğadan yanaymış. Doğa ol derse olur olma derse olmazmış. İnsanın böyle bir gücü yokmuş. İnsanın yanında bir tek insanlığı kalmış. Ama bir bakmış insanlık zehrini bulaştırmış kendine. İnsanlık kavgaya tutuşmuş içinde, kendi kendini yok etmeye başlamış. İnsan, o zaman anlamış boşuna olduğunun bu çabaların. İnsan, o zaman anlamış ne kadar aptal olduğunu. İnsan, o zaman anlamış doğanın engin zenginliğini. İnsan, o zaman anlamış bu zenginliğe asla kavuşamayacağını. İnsan, o zaman anlamış kendi rezaletini. İnsan, o zaman anlamış istenmeyen olduğunu. İnsan, o zaman anlamış asıl kaybedenin o olduğunu.

(Visited 44 times, 1 visits today)