Suç kavramı ilk çağlardan günümüze kadar insanlığın bir parçası olmuş ve olmaya da devam edecektir. Yıllar geçtikçe ortaya atılan düşüncelere göre insanlık kimisine göre maymundan evrildi kimisine göre hep böyleydi ancak herkes tarafından doğru kabul edilen tek gerçek ise insanlığın durmadan kendini geliştirmesiydi ve gelişen her bir parçası içindeki daha iyi olma duygusunu besledi; bu duygu zaman geçtikçe diğerlerinden daha iyi olma isteğine dönüştü. İşte suçun hayatlarımıza giriş hikayesi de yıllar yıllar önce bu istekle başladı.
İnsan zihni keşfe çıkıldığında genellikle suçların asıl nedenlerinin özgüvensizlik, sevgisizlik gibi suçluların bilinçaltının derinliklerinde toplum tarafından yaratılan kötü hissiyatlar olduğu ortaya çıkmıştır. Örneğin küçükken ailesinden yeteri sevgiyi ve onayı almayan bir birey ileride diğer insanların önüne geçmek için bir sürü suç işleyebilir. Suç insanın doğasında vardır ve dış etkenler ya onu zihnin derinliklerine doğru baskılar ya da su yüzüne çıkmasını sağlar.
Türkiye’yi ve diğer dünya ülkelerini karşılaştırmamız gerekirse ülkemizin daha yüksek suç oranlarına sahip olduğunu görürüz. Peki bununla başa çıkmak için hapishaneleri mi arttırmalıyız, kanunları mı ağırlaştırmalıyız, insanlara toplumun baskı uygulamasına izin verip daha sonra bir suç işledi diye ağırlaştırdığımız kanunlara mı maruz bırakmalıyız? Ben suçluları savunmuyorum ancak kanunları daha sert yapmak hiçbir sorunun çözümü olmayacak. Zaten kravat takıp mahkemeye giden bir insanın cezası müebbetten 20 yıla iniyorsa o kanunun geçerliliği yoktur. Kanunlar ne kadar ağırlaşırsa toplumun baskısı o kadar artar, insanların özgürlükleri kısıtlanmış olur ve bir noktadan sonra insan psikolojisi bu baskıya dayanamayıp doğası gereğince normalde yapmayacağı şeyleri yasak olduğu için yapmaya başlar. Çünkü yasak olan her şey diğerlerine göre daha cezbedicidir.
Gelelim sabahtan beri söylediğimiz toplum baskısına. Kimsenin laf söyleyemediği görünmeyen bir kırmızı çizgimiz vardır bizim: adetlerimiz. Adetlerimiz derken kültürümüzden bahsetmiyorum, yobazlık derecesinde insanlığa sığmayan kurallardan bahsediyorum. Günümüz toplumuna uygun mu diye asla sorgulayamayız. Ne yapıp ne yapamayacağımızı yazısız kurallar belirliyor. Adetler yüzünden baskılanmak insanımızın uğradığı en büyük psikolojik baskılardan biri. Eğer bir erkek çocuğuna küçük bir yaştan itibaren ‘’erkekler oturur, kadın ev işi yapar’’ olgusu dayatılırsa gelecekte evlendiği bir kadın bu beklentisini karşılamayınca eskiden uğradığı toplum baskısı sonucu karısını döver, çocuğunu döver.
Lise zamanında bir çocuk eğer arkadaşları tarafından zorbalığa uğruyorsa gelecekteki hayatının her anında kendini kanıtlama çabasında olacaktır. Bu ilk önce kendisinin altında gördüğü kişileri ezmekle başlar daha sonra da kendinden üstün olanları yerinden etmekle devam eder.
Suç oranlarında azalma görmek istiyorsak insanlara insan gibi davranacak ve herkesin özgürce yaşamasına, düşünmesine izin vermeliyiz. Hapishaneleri arttırarak veya insanları daha ağır kanunlarla kısıtlayarak suç oranları düşük bir toplum yaratmak aksine kafeslerinden kaçıp her şeyi yok etmek isteyen canavarlar yaratırız.