Varoluşsal kriz. Çoğu insanın hayatının herhangi bir evresinde karşı karşıya kaldığı bu sorgulama, oldukça derin bir konu. Ben, ilk varoluşsal krizimi 3. Sınıfta, 8 yaşındayken geçirdim. Bu fikir o kadar çok kafamı kurcalıyordu ki, yemeden içmeden kesilmiştim. Düşüncelerim çok garipti, şimdi geriye dönüp baktığımda insan zekası ve bilinç varoluşunun 8 yaşındaki bir çocuğun hayat felsefesine biraz ağır kaçtığını tahmin ediyorum. Bırakın çocukları, yetişkin ve erişkin insanların bile aklının ermeyeceği, mutlak anlamda çok derin bir konu. İnsan hayatının olup bittiği yer, zamanlar. Milyonlarca değişik teori ve tüm hayatını buna adamış kişiler. Ki bu çok ironik bir cümle, hatta paradoksa sürükleniyor bile diyebiliriz. Bu da, konumuzun ana cümlesine bağlanıyor. Çünkü sanıyorum ki, bu cümle bir varoluşsal kriz sırasında kuruldu.
“İstemeden varım ve istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasındaki bir boşluğum. Bu cümlenin sahibi Portekizli yazar, ressam ve şair Fernando Pessoa’nın oldukça ilginç bir hayatı var. Eserlerinin yayımlandıktan 24 yıl, kendisi hayatını kaybettikten ise 1 yıl sonra tanınması, ve Portekiz’de oldukça ünlü ve sevilen bir sanatçı, hatta ulusun yazarı olmasına rağmen çoğu eserinin ana dilinde değil de İngilizce olması gibi değişiklikler var. Asıl konumuza dönüş yapacak olursak, bir çok yere uzanabilir ve bunun hakkında gerçekten uzun şeyler yazabilirim. Fakat düşüncelerimi sade ve öz olarak anlatmaya çalışacağım. Öncelikle dünyaya bir çocuk getirmek, bence çok bencilce bir hareket. Özellikle de o çocuğa yeterli bir hayat sağlanamayacaksa, mutlu ve huzurlu şartlar altında hayatını idame ettirebilecek güç ona ekonomik veya başka bir nedenden dolayı verilemeyecekse, hem anlamsız hem de yanlış. Yaşadığı hayattan zevk almayacak bir birey yetiştirmek, bencilliği de aşan bir şey. Çoğu kişi hiçbir şeyi sorgulamadan, boşuna yaşayıp gidiyor. Cahillik, hiç düşünmemek. Cahilliğin tanımı eğitim görmemek değildir bence, kendini yeni düşüncelere kapayan ve sıkı sıkıya bağlı olduğu geleneklerini diğer insanlara da enjekte etmeye çalışan bireyler. Herhangi bir mantık aramayan, sadece kendisine dayatılan fikirlere üzerindeki baskı yüzünden yoğunlaşan, kendi hür iradeleri olmayan bireyler. Bence cahilliğin tanımı budur. ”Hayatın beni yaptığı” kısmına gelirsek, bazı insanların da inandığı kader kavramı, tesadüf mü yoksa kader mi? Ben spiritüelliğe inanan biri olarak, insanların çekim enerjisine, auralara, ve dolayısıyla kader kavramına da inanıyorum. Ama insanın kader tarafından kontrol edilmesine inanmıyorum.
Yaptığımız her şeyin bir sonucu vardır. Bu da tekrar başka bir felsefik kavram ortaya koyuyor. Karma. İnsanoğlu, kendi kaderini kendi yazar, ne tarafından yaratıldığının, ne şekilde, ne yerde, ne zaman yaratıldığının önemi yoktur. Kendisine kendi kendisi tarafından hür irade verilmiştir, karması, sonuçlarının hepsinden kendisi sorumludur. Hareketleri hiçbir şekilde kısıtlanmamış, her şey kendisine bırakılmıştır. Ya da bırakılmış mıdır?
İNSAN VE İRADE
(Visited 42 times, 1 visits today)