İnsan Olarak Bir Gün

Güneş… Güneş nasıl bu kadar parlak olabilirdi? Hem de tam gözlerine vuruyordu, uyuduğu halde.  Rahatsız bir ifadeyle araladı o kara elmas gözleri, parlak sarı gaz topuna düşmanmışcasına. Hiç bilmediği bir yerde, tanımadığı birinin hatta bir “şeyin” bedenindeydi. Önce kim olduğunu çözmek istedi, uzun uzun aynaya baktı ve “sen kimsin” diye sordu kendine aynadan cevap alacağını düşünmeden. İç sesiydi bu, daha önce hiç duyamadığı iç sesi. Duyamamasının sebebi önceden “ben” farkındalığı veya gelişmiş bir aklı olmamasından kaynaklanıyordu. Gelişmiş düşünme kabiliyetinin olmamasının sebebi ise insan olmamasıydı. Evet, o bir böcekti. Kahverengi, sinir bozucu, kirli bir hamam böceği.

 

Çok özür dilerim “kirli” damgası vurduğum için, yataktan kalktığı anda kendini yalayarak temizlemeye çalıştı da çünkü. Zaten pasaklı olmayı bırak, bizden çok daha tertiplilermiş. Siz hiç hamam böceklerinden çıkan virüs duydunuz mu? Üstelik çok daha, çok çok daha yavaş yaşlanmaktalarmış. Öyle ki, bizim sindiremediğimiz kiremit, kerpiç, kağıt ne bulsalar yiyebiliyorlarmış. Hatta radyasyondan bile -ölmelerine bile şaşırıyorum- korunabiliyorlar. Kendisi bunu bilir mi hiç, neler yapmaya kalkıştı… İlk başlarda insan vücudunu tam anlayamadı tabi, düzgün hareket edemedi. Sonra da yavaş yavaş yeni dünyasını anlamaya çalıştı, artık her şey çok küçük geliyordu onun gözüne. Eskiden yaşadığı karanlık, nemli koğuşundan çıkıp ezilme korkusu yaşadığı yaratıklardan biri haline gelmişti. Sadece bunlarla kalmamıştı, gün yeni başlıyordu.

 

 

Siz de “dönüşüme” uğrasanız yeni hayatınızı merak etmez miydiniz? O da tam olarak merakın gücüne kapıldı. Ama merakın kediyi öldüreceği de bir gerçekti. Yeni bedenine az çok alışınca dışarı, güneşe çıkmaya karar verdi. İlk başta gözü kamaştı ama sonra alışınca koşmaya başladı. Nereye gittiğini bilmiyordu, kimse bilmiyordu. İçgüdüleri sadece koşmasını söylüyor, ona bir patika gösteriyordu. Vardığında ise oradan buradan anımsadığı buruşuk bir yüz gördü. Çok konuşamadı ama yaşlı kadın onun derdini anlamıştı. “Buraya sabah gözünü insan formuyla açan tonlarca böcek getiriyorum zihin gücümle. Neymişsin kimmişsin, elbette çareyi bulurum meraklanma sen.” oldukça profesyonel gözüküyordu. “Hamam böceği durumu… Daha önce sadece bir kere tanık oldum. O zaman da böcek insana dönüşmemişti, tam tersi olmuştu. Zor olacak ama kurtuluşun var elbet.” Yardımsever abla kendi güçleriyle tekrar böceğe dönüştüremedi. Onun yerine pek nadir bir bitkiyi yeme görevi verdi. Bu, onun sonraki sabah tekrar eski haline dönüşmesini sağlayacaktı.

 

Tek sorun yiyeceği bitkinin koskoca dağın tepesinde olmasıydı. O kadar yükseğe çıkması insan halinde zor olacak. Ender bulunan bir mantar türüydü bu. Tüm zorluklara rağmen yukarı çıkması bir mucizeydi, başarabilirdi. Neredeydi bu lanet mantar?.. Sonunda! Eşsiz ve değişik görünümlü bu mantar sonunda tam karşısındaydı. İçgüdüsü ile hemen bir parça yedi. Yediği gibi de daha önce görmediği sanrılara şahit oldu. Renkler, sanki plastik gibi bükülüyor; yeryüzü ayaklarının altında şekil değiştiriyor. Görüntüler gibi sesler de karmakarışık bir halde. Kafası dönen zavallı çareyi gözlerini kapatmakta bulunca, dengesinin sarsılmasıyla da yere düştü. Tam tepede olduğundan dolayı dağdan yuvarlanmaya saniyeler kala tekrar bir mucize oldu. Dönüşüm bir kez daha oldu ve bu sefer hayatını kurtardı.  Tekrar kendi bedenine -hamam böceğine- dönüşen minik, sabah gözlerini kovuğunda açtı ve hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etti.

 

(Visited 90 times, 1 visits today)