Çocukluktan başlayan hayal etme kavramı oyunlarla girer hayatımıza ilk olarak; zamanla ise hedeflere, inançlara evrilir. Hayatımıza dahil etmek istediğimiz her şeyin en büyük motivasyon kaynağıdır hayallerimiz aslında. Hayallerimiz birbirinden farklı tonlara büründürür geleceğimizi ve her zaman bir basamak daha yukarı çıkarır onu. Peki bu yetenek neden çocukken en saf ve en güçlü haliyle bizi kapıda karşılar da zamanla böylesine körelerek neredeyse yok olur?
Yaratıcılık dediğimizde çoğu kişinin aklına ekstrem şeyler gelmektedir(Leonardo Da Vinci, Einstein, Tesla, Mozart gibi isimlerden aşağısı kurtarmıyor yani!). Fakat şaşıracaksınız ki herhangi bir ev işinizi daha kolay nasıl yapabileceğinizi keşfetmek bile bir yaratıcılık örneğidir. Yani yaratıcılık aslında günlük hayatın tam da merkezinden bir problemin çözülmek istenmesiyle başlar. Önce bu sorunun kaynağına inilerek sebebi, etkileri, sonuçları tespit edilir sonrasında çözümü için fikirler ve olasılıklar gözden geçirilir. İşte tam da bu kısımda “yaratıcılık” gücümüzü tam anlamıyla kullanmaya başlarız.
Yaratıcılık birçoğumuzun aklında “Genetiktir ya o!” olarak kalmış olsa da geliştirmeye ve eğitilmeye oldukça müsait başlıca yetilerimizden biridir kendileri. Tabii ki yetiştirildiğimiz ortam, görmüş olduğumuz eğitim gibi koşulların yanında genetik olarak aktarılan da bir kavram olduğu söylenmektedir fakat herkesin doğuştan sahip olduğu bir beceridir temelinde. Hepimizin bu beceriye sahip olduğunu anladığımıza göre daha yaratıcı olarak görülen kişileri bizden ayıran şeyler nelerdir o zaman?
Hayatı tanıdığımız ilk ortam olan ailemiz listenin en başında geliyor doğal olarak. Aile içi iletişimin ve güven ortamının sağlamlığı özgüveni etkilemesiyle yaratıcılığımızı da dolaylı olarak etkileyen önemli hususlardan biridir. Küçük yaştan itibaren çocuklara kendi işlerini kendileri görebilmeleri ve bunu da kendi yol yordamlarıyla yapabilmeleri için alan tanımak burada büyük rol oynamaktadır. Bizim kültürümüzdeki kalıplaşmış “Aman çocuk düşmesin, yaralanmasın, üstü batmasın, o beceremez daha bunu…” gibi düşüncelerin aksine günlük hayattaki küçük gereklilikleri bile çocukların kendileri halletmelerine olanak sağlamalıyız olabildiğince. Böylece bir sorun ile karşı karşıya kaldığında sadece sizin geçmişten getirdiğiniz öğretilerinizle değil kendi yaratıcılığı ve problem çözme becerileriyle de bunun üstesinden gelebilecek potansiyele sahip bir birey olabilsin. Ayrıca özgür düşünce ortamının yaratılması ve yargılardan, alışılmışlıklardan uzak bir ortak düşünce alanı oluşturulması çocukta kendi fikirlerinden korkmayı engellemektedir.
Eğitim ise listemizde ikinci sırada yer almaktadır. Bir çocuğun eğitimi ailede başlar: ebeveynlerin tercih ettiği oyunlar, çocuğun izlediği şeyler, yatmadan okunan kitaplar… Büyüdükten sonra okulda devam eden eğitimin içeriği çocuğun yaratıcılık sınırlarını oluşturmada önemli bir pay sahibidir. Son yıllarda da kendinden oldukça bahsettiren “21. yüzyıl becerileri” bireyin hayal gücünü, yaratıcılığını, problem çözme yeteneklerini, yenilikçi fikirlerini, iletişim becerilerini oluştururken daha sağlam bir sistemi takip etmektedir.
Diğer bir önemli faktörümüz kültürdür. Geldiğimiz kültür çocuğun düşünme alanını ve sınırını belirlemede kendine yer edinmiştir. Gelenekler, kültürel etkinlikler, dini inanışlar hatta yemek kültürü bile kişinin yaratıcılığında kalıcı etkiler bırakır. Kültürün sanat anlayışı da bireyin bilinçaltında yerini koruyarak yeri geldiğinde “Buradayım!” demeyi bilir.
Anlayacağınız o ki bir birey çocukluktan itibaren ne kadar düşünmeye, kurgulamaya, sorgulamaya, hayal etmeye, sorunları çözmeye maruz bırakılırsa o orantıda gelişmiş bir yaratıcılığa sahip olacaktır. Walter Haworth ile bitirecek olursak “Zorluklar yaratıcılığı ortaya çıkarır, rahatlık ve tembellik ise bu özelliği kaybettirir.”.